Yedi alem şahit - 26

Start from the beginning
                                    

Adının Voilan olduğunu öğrendiğim mihenk adamı tam karşımda gördüm. 

"Onu buradan götürsek iyi olur." dedi. "Dinlenmesi gerek."

Başımı onu onaylarcasına sallarken Nida'yı bacaklarının ve kollarının altından kavrayıp kucakladım ve ayağa kalktım. 

Bir zamanlar hakimlere ait olan fakat artık kimseye hizmet etmeyen, ateş toplarının etkisiyle yer yer kararmış ve çökmüş saraya doğru yürümeye başladık. Nida kollarımın arasında güçsüzce yatıyor, gözlerini güçlükle açık tutuyordu. 

"Semender..." dedi, kısık sesle.

"Söyle, söyle güzelim..." 

"Ben ölmedim..." 

"Ölmedin..." diye onayladım onu. 

Ne onun ne de benim sesimde rahatlamış, mutlulukla çınlayan ve güvende bir ton yatıyordu. Tutarsızlıkla, belirgin bir korkuyla titreyen sesim, onun şaşkın ve güçsüz sesiyle çarpışarak sessizliği doğurmuştu.

Ölmemişti. Kehanetin bahsettiği ölüm, savaş yarasını işaret etmiyordu. O halde ne? Bu tüketen bekleyiş nereye kadar sürecekti? Kendimi ilk kez sonu gelmeyecek bir oyunun zavallı piyonu gibi hissediyor, bir kare öteye gitmekten başka bir işlevi olmayan, geri de dönemeyen, anlamsız bir kukla kederiyle hareket ediyordum.

Boş sarayın batı kanadına sürüklendim ve ayaklarım beni babamın kaldığı eve yönlendirdi. Voilan kapıyı çalarken geride bekledim. 

Kapı birkaç dakika sonra aralandı ve babamla göz göze geldik. Önce bana, sonra da kucağımda gevşekçe duran Nida'ya baktı. Çenesi kısa bir an gerildi, sonra kısık sesle,

"İçeri geçin." dedi. 

İçeri girip onu en yakın koltuğa taşıdım ve dikkatlice yatırdım. Soğuktan buz kestiği için kalın bir örtü bulup üzerine örttüm, ardından kesilen bacaklarımla birlikte koltuğun yanına yığıldım. Nida'nın omzundaki ufak kesiğin hala ince bir çizgiden sızarcasına kanadığını fark ettiğimde üzerimdeki gömleğin eteğinden bir parça yırttım ve kumaş parçasını omzuna dayayıp parmaklarımla basınç uygulamaya başladım. 

"Ona bir bardak ginseng çayı yapayım, içine pıhtılaşmayı arttıracak bir karışım da eklerim." dedi babam düşünceli bakışlarla ve ardından ayaklarını sürüyerek açık mutfağa yürüdü.

"Hakimler düştü." dedim, babama.

"Gördüm." demekle yetindi. "Düşmeden önce alemin dengesini değiştirecek kadar büyük bir karanlık doğurdular. O büyüye yaşayan birinin direnmesi akıl almaz bir durum."

"Daha önce hiç bu kadar güçlüsüyle karşılaşmamıştım." diyerek onayladı Voilan. "Onun güçlü olduğunu biliyorduk ama açıkçası sağ çıkacağına dair umudum yoktu."

"Gözlerimle görene dek inanmayı reddettim." dedi babam, sıcak suyu bardağa boşaltırken. Bakışları kısa bir an bana kaydı. "Mihenkler formu olmayan yaratıkları etkileyemezler, hele ki saf karanlığı..."

"Doğru." dedi Voilan, görmüş geçirmiş bir sesle. Yerlere kadar uzanan işlemeli ve birkaç yerden boylu boyunca yırtılmış yeleğine daha sıkı sarıldı. "O yalnızca bir mihenk değil ve bu onu doğrudan tehdit unsuru haline getiriyor."

"Ne demeye çalışıyorsun?" diye sordum, gerilerek. 

"Bu savaşın kimin sayesinde kazanıldığını, savaşa tanık olan herkes biliyor." dedi. "Müritler geldiğinde - "

"Çay hazır." diyerek Voilan'ın sözünü kesti babam. Garip bir şekilde öfkelenmiş gibi duruyordu. Cam fincanı yaşlılık nedeniyle hafifçe titreyen ellerinin arasında tutarak yanımıza taşıdığında, koltuğun üzerine geçip Nida'yı bana dayanacak şekilde kaldırdım. Omzuma düşen başını tuttuğumda kendine gelir gibi oldu ve gözlerini araladı. Ilık çayı dudaklarına götürdüğümde bir yudum aldı. 

BulvarWhere stories live. Discover now