"Yani Ezra patlamadan önce denize atlamıştı, yani doktorun ölüm raporuna yazdığına göre yara almış ve boğularak ölmüştü. Bu durumda eşyalarının bir zarar görmüş olma olanağı yok değil mi ?" Ezra gibi iyi yüzebilen bir insanın boğulması ayrı bir ironiydi. Meltem hanımın şüpheli bakışları dışarı sabitlenirken, "Öyle ama neden vermesinler ki kızım ?" Dedi. Omuzumu silkip, huzursuzluğunu gidermek amacıyla, "Hayri amca almıştır belkide üzülmeyelim diye." Dedim.

"Belkide"derken sesinde hala şüphe ve merak vardı. Hafifçe tebessüm edip, "Siz Hayri amcaya bir şey demeyin, canı zaten sıkılmış bana anlaşılan." Dedim.

Başını yavaşça sallarken, "Hepimiz çok üzüldük Hira, lütfen bir daha böyle bir şey yapma." Dedi. Başımı sallayıp, iyi geceler diledikten sonra vedalaşıp kapıyı kapattım. Salona geçtiğimde annemlerde kalkmışlardı.

"Sizde mi gidiyorsunuz ?" Annem yavaşça başını sallayıp, "Geç oldu, ama istersen Mira veya Rüya seninle kalabilir." Dedi.

"Gerek yok, çalışanlarla korumalar var zaten." Dedim. Annem başını sallarken yanımdan geçip gidecek olan babama sarılıverdim bir anda. Kafamı gövdesine yaslarken, "Babam, özür dilerim." Dedim. Çok geçmeden kolları beni sararken, aradığım huzuru bir nebzede olsun giderebilmiştim.

Saçlarımın arasına bir öpücük bırakıp, "Nerede benim o aklı başında, olgun olan kızım ? Sen hiç bir zaman böyle güçsüz bir insan olmadın, bizi bu durumlara düşürmedin. Benim küçük kızım nerede Hira ?"

Sesimin titremesine engel olamayarak, "Yapma baba, ben hâla senin o küçük kızınım. Sadece... Yoruldum baba, çok yoruldum..." Göz yaşlarım, babamın gömleğine damlarken yavaşça geri çekildi, anlıma bir öpücük bırakıp, "Biz her zaman senin yanındayız kızım. Merak etme." Dedi. İri gövdesini tekrar sıkıca sararken, o güçlü kollarıda etrafımı sardı.

Çok geçmeden koca evde yine sessizlik hüküm sürerken, düşüncelerim bir bir ayaklanmaya başlamışlardı. Hepsi kendilerine bir cevap ararken, aradığım cevapları bulma umuduyla çalışma odasına girdim. Son zamanlarında Ezra burada çok fazla vakit harcamıştı.

Çekmeceleri, dosyaları didik didik ararken tek bulduklarım fatura, fatura ve faturaydı. Sıkıntıyla derin bir nefesi bırakırken daha ne aradığımı, neden aradığımı bile bilmiyordum. Deri koltuğa gürültüyle otururken, karşımdaki kitaplığa diktim bakışlarımı. Ezranın kitaplara olan düşkünlüğünü, bu devasa raflardan ve taşıdıkları kitaplardan anlayabiliyordum. Çoğu ansiklopedi ve eski Türkçe ile yazılmış olsada aralarında İtalyanca ve Fransızca eserlerde vardı.

Hüsranla yerimden kalkarken, bir kitaba takılı kalmıştı gözüm. Kitapların arasından yavaşça çekip alırken, diğer kitaplara oranla daha eskiydi. Dikkatimi çeken tabi ki eski oluşu değildi, kitabın isminin 'Şebefruz' oluşuydu. Kapağı yavaşça kaldırıp eskimi ve yıpranmış sayfalarda elimi gezdirdim. Eski ve ağır bir Türkçe ile yazılmıştı. Eserin ilk baskı olduğu, yazıların bozukluğundan ve kitabın yıpranmışlığından belli oluyordu.

Gelen adım sesleri ile hızla masanın altına girdim. Kendi evimde neden böyle bir aptallık yaptım bilmiyorum ama az sonra odaya biri girmişti. Konuştuğunda bu kişinin Ayhan olduğunu anlamıştım.

"Efendim ? Hayır. Evet. Odasında. İyi. Olmasaydı evet, şu an morg önündeydin. Biliyorum, tamam. Merak etme, gözüm üzerinde." Ardından çekmece açılıp kapanmış ve Ayhan odadan çıkmıştı. Verdiği kısa ve net cümlelerden kiminle konuştuğunu anlayamamıştım ama içimden bir ses bahsedilen kişinin ben olduğumu söylüyordu.

Hislerimi ve içimdeki sesi sessize alarak, kitapla birlikte sessizce odadan çıktım. Görünürde kimseyi görmeyince hızlı adımlarla odama çıkıp, kapıyı ardımdan kapattım. Büyük bir heyecan ve umutla yatağa oturup kitabı açtım. Sayfaları yavaşça çevirirken, her sayfada umutsuzluğa kapılıyordum. Çünkü böyle ağır bir dili anlayacak kadar iyi değildim.

ŞebefruzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin