Paramparça Özlem...^

293 24 44
                                    

Son Feci Bisiklet – Beni Rahatta Dinleyin

*

"Seni anlamsız özlüyorum; korkunç, derinden ve sonsuz."

-Franz KAFKA

***

"Şu gerçek , bu can yakışlarının üzerine bir kibrit çakıp hepsini ateşe verebilirdi; onun bütün bunlardan haberi yoktu ki. Aklıma Özdemir Asaf'ın, Lavinia şiiri geldi.

Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
ama gitme Lavinia.
(1957 - Özdemir ASAF)

Asaf, tek taraflı sevgisini ne kadar güzel anlatmıştı. Lavinia, Özdemir Asaf'ın üniversite yıllarında platonik olduğu Mevhibe Beyat'a yazdığı şiirdir. R harfini telaffuz edemeyen Asaf, Lavinia şiirinde r harfini hiç kullanmamıştır. Mehvibe Beyat, hayatı boyunca Lavinia şiirinin ona yazıldığını hiç bilememiş, Asaf da gidip duygularını aşikar etmemiş. Özdemir Asaf aşkını Lavinia diye gizlemiştir; Lavinia, ölüm çiçeği demektir.

Kafka'nın Milena'sı , Aragon'un Elsa'sı , Özdemir Asaf'ın Lavinia'sı , Nazım Hikmet'in Piraye'si , Turgut Uyar'ın, Tomris Uyar'ı... Bir kadın ve de bir adam. Seven bir adam ve de sevdiren bir kadın."

Ruhumu soğuk elleriyle içine çeken bu anlamlı ve güzel paragraftan sonra yüzümü gecenin parlak avizelerine çevirdim. Okumaya kendimi adadıktan sonra tutuluvermiştim bu güzel adamlara ve onların destansı aşklarına. Deli divane aşık bu güzel adamların sevdiği gibi sevecek ve beni; şiiri kabul edecek birini istedim, buldum da. Ardından ellerimin arasından o kırmızının soğuk tonu ile birlikte ani bir şekilde kaybettim de. Ayracıma dalmış olan gözlerimi düştüğü o derin kuyudan zar zor çıkarttım ve yarım bıraktığım sayfaların arasına büyük bir özenle yerleştirdim. Yıldızlar; kocaman, ışıltılı ve elanın en güzel tonu. Neredeyse her gece beraber izlediğimiz o parıltılı yıldıza baktım. Parıldamasına sebep olan pırıltılar bir peri tozu misali tükenmişti, en azından gözlerime öyle görünüyordu. O yıldız, diğer gökkuşaklarının aksine siyahı da asilce renklerine katan benim Gökkuşağımdı. Renksizliğin de boğulurken bir gökkuşağı tarafından kurtarılan Yarasaydı o yıldız. Gökkuşağı gitti, Yarasa sonsuza kadar siyaha esir düştü. Renkler gitti acıma eşlik eden siyah kaldı. Yarasa yalnızlıktan renklerin dansıyla kurtulup en tepeye bulutların ardına çıktı ama onu özgürce uçmasını sağlayan renklerin bir toz misali bulaştığı kanatları kırıldı, çıkışı gibi inişi de hızlı oldu. Uçamadı bir daha, iyileşmedi kırık kanatları, tıpkı umut gibi.

Bacağımın yanında duran telefonumu soğuk ellerimin arasına aldım. Grinin en soğuk hali ile ekranda ki bir yıl önce çekindiğimiz son fotoğrafa yerleştirdim harelerimi. Özledim elanın en güzel tonunu. Özledim her duyduğumda kalp atışlarımı düzensiz hale getiren kahkahalarını. Özledim soğuğun en yoğun zamanında bile sıcacık olan ellerini. Ben, ruhumun en güzel halini özledim. O benim, boynunda kitap kokularının anlam bulduğu cennetimdi, o gitti cehennem kaldı. İçime çektiğim her nefesimin ciğerlerime ulaştığı an beni yakan, küle dönüştüren ateş kaldı. Alev aldığım her anda bir defada kül olup sonsuza kadar öyle kalabilsem keşke ama benim ismim Anka. Zümrüdü Anka misali her küle dönüştüğüm de küllerimden yeniden doğuyorum. Bana bahşedilen bu hediye en büyük cezamdı aslında. Ne çok severdim ismimi önce, hatta kendimi şanslı hissederdim. İsmimden güç alır yıkıldıkça, kül oldukça yeniden doğardım küllerimden. Artık işe yaramıyor. Her gün yeniden acılarımla doğmak beni daha iyi yapmıyor. Acılar bedenimde hep yeni yaralar açıyor. Taze, kaç yıl geçerse geçsin hep taze kalacak yaralar.

YARASAWhere stories live. Discover now