2. Bölüm - Adalet

128 7 1
                                    

     Burada hayat çok rutin geçiyordu. Her gün belirli saatlerde uyanıyor, belirli zamanlarda yemek yiyor ve yine belirlenen vakitlerde yatıyorduk. Anlayacağınız kontrol tamamıyla bizim elimizde değildi. Ağzımdan çıkanları lütfen yanlış anlamayın. Bulunduğum, yaşadığım bu yeri kötülemek değil amacım. Yalnızca fazlasıyla kurallara bağlı yaşadığımızı ifade ediyorum sizlere.

     Etrafıma baktığımda diğerlerinin de yaşamlarının çok iyi olmadığını anlamam fazla vaktimi almadı. Çoğunun yüzünde acı. Hatta kederlerini kamufle etmek için kullandıkları sahte gülümsemeleri saymaz isek, sadece acı. Hayat bana yaptığı gibi onların da önüne çeşitli engeller koyup yere sermeye çalışmış, yaptıklarıyla yıpratmıştı. Zaman zaman sorgulamaya, isyan etmeye dönüşen düşüncelerimiz beynimizin içinde dönüp durarak sağlıklı düşünmemize engel olmuş, bizi benliğimizden uzaklaştırmıştı. Çevremizde gelişen her olayı sorgulayıp, etrafımızdakilere güvensizlik duymamız belki de bu yüzdendir. Düşünmeden edemiyorum, neden doğumumdan itibaren annesiz bırakıldığım yetmezmiş gibi bir de babamın benden koparıldığını. Her gece aklımı kurcalıyor, başımı yastığa koyduğumda nedenini bilmeden -bilmek de istemiyorum- ağlıyorum. Zaten fazlasıyla zor olan bu hayat da tutunacak bir dayanağımın, kavurucu güneşten kaçabileceğim bir gölgenin olmayışı çok acı. Kendimi bildim bileli çetin geçen hayat mücadelem her ne kadar beni yıpratsa da, bana bir o kadar da güç katmıştı. Olayları kendi başıma analiz ediyor ve değerlendiriyordum. Çevremde gelişen olaylardan çıkardığım sonuçlardan, onayladıklarıma hayatımda yer veriyor; onaylamadıklarıma ise düşman oluyordum. İçlerinden kafamı en çok karıştıran ise adaletti. Kişiden kişiye uygulanış biçimi değişen bu kavramı anlamakta güçlük çekiyor, bir türlü ona hayatımda bir yer veremiyordum. Babamın çoğu zaman ''Adalet, adaletsizlerin sığınağıdır.'' sözünü hatırlıyor; adaletin geniş anlamlarında boğuluyordum. Bir kaç kez babamın arkadaşlarıyla konuşmalarına şahit olmuş, neler anlattığını dinlemiştim. Her konuşmasında kendisine yapılan adaletsizlikten bahsediyordu. Babam eski bir polisti ve bir anda mesleğini bırakmıştı ya da bıraktırılmıştı, ancak bana sebebini söylememişti. Adalet için çalışan birine ne gibi bir adaletsizlik yapılmış olabilir anlayamıyordum. Bende yüksek dozda merak uyandıran bu olayın peşini bırakmak istemiyordum ancak, elimden gelen bir şey yoktu. En azından ben öyle düşünüyordum.

     Ertesi sabah uyandığımda insanın içini ürperten bir hava hakimdi dışarıda. Bulutlar, Güneş'i rehin almış ve bırakmaya niyetleri yokcasına sarmışlardı her yanını. Bu kasvetli havada insanın tüm yaşama hevesi siliniyordu doğrusu.

     Yavaş yavaş buradakilerle diyalog kurmaya başlamış, hatta bir kısmının ismini ezberleyebilmiştim. İçlerinde Mert, Selenay, Esra, Doğukan ve Gürkan'ın bulunduğu küçük bir arkadaş grubuna dahil olmayı başarmış, onları daha yakından tanıma fırsatı yakalamıştım. Onları kısaca tarif etmek gerekirse; Mert, erkeklerin içinde en asi olanıydı ve çok çabuk sinirlenebiliyordu. Hazır sinirli ve asi demişken Selenay'dan bahsetmeden geçmek olmazdı; gerçekten sinirlendiğinde gözünü karartabilen birisi olduğu gibi, aynı zamanda hiç kimseyi kırmak istemeyen bir yapıya sahipti ve anlattığı kadarıyla bu yanı dolayısıyla çok acılar çekmişti. Doğukan ise aralarında ki orta tip denebilecek özelliklere sahip birisiydi. Gruplarından Esra ile bir hayli ilgileniyor ve karşılığını alıyor gibi görünüyordu. Son olarak Gürkan sessiz sakin bir yapıya sahip, hayatını kendi içinde yaşamayı seven tiplerdendi. Gürkan hariç hepimiz aynı yaştaydık, Gürkan ise bizden bir yıl daha erken adımını atmıştı dünyaya.

     Yemek sırasında Sibel abla yanıma gelip Müdüre Hanım'ın beni görmek istediğini fısıldamıştı kulağıma. Müdüre Hanım'ın adı Nurgül idi, çok titiz ve fazlasıyla kuralcıydı. Hayatındaki kesin kuralları kendine ilke edinmişti ve o ilkeleri uygulamaktan hiç vazgeçmiyordu. Saçları omuzundaydı ve açık kahverengi gözleri vardı. Çok fazla gülen birisi olduğu söylenemezdi. Bizleri sevmediğini söyleyemem ancak, belli etmezdi. Ne sevdiğini, ne de sevmediğini.

     Odaya girdiğimde beni güler yüzle karşılamıştı, şaşırmıştım doğrusu. Bana bir şey istediğimi sorduktan sonra, beni ağırlamak için ayağa kalkmış olan Müdüre Hanım yeniden makamına geçmişti. Bana babamla ilgili bir kaç soru -klasik sorular- sorduktan sonra, hayatımda çok büyük bir rol oynayacak olan soruya gelmişti sıra:

   - Sarp, babanla meslekten atılması hakkında hiç konuştunuz mu?

     Öylece donup kalmıştım. Ne söylenir, ne yapılır bilemiyordum. Vücudum kaskatı kesilmişti ve artık bana bir hapishane hissi veriyordu. Sanki içinde sıkışmıştım. Kurtulmak istiyordum ondan, bedenimden ayrılıp kaçmak istiyordum; her neresi olursa.

   - Ne saçmalıyorsunuz siz! Babam meslekten falan atılmadı, yani en azından bana böyle bir şeyden bahsetmedi.

   - Sarpcım, baban bir katili öldürdüğü için meslekten atıldı.

     Babamın bir suç işlemiş olduğunu hiç bir zaman kabullenemezdim, kabullenmedim. Elime geçen kaynaklardan adaletle ilgili araştırmalar yapmaya, çeşitli kitaplardan adalet kavramınını incelemeye başladım. Sorularıma cevaplar aradım, ama bir türlü bulamadım. Bir insan adaleti sağlarken nasıl adaletsizlikten yargılanabilir? 

Adalet, bende farklı bir boyuta ulaşmıştı. Adaletin sağlanması için; bir kalleşin vurması mı lazım sırttan? Bir kan mı akması lazım vücuttan? Gülmesi mi lazım şeytanın? Adalet kulların insâfı olmamalı. 

     

   

     

AloWhere stories live. Discover now