Yarasa'nın yardımı - 10

En başından başla
                                    

"Aklından bile geçirme." dedi Halil, öfkeyle merdivenlere yürürken. "Oraya birlikte gideceğimizi sanıyorsan kesinlikle - "

"Sadece aynı saatte çıkıp aynı yere gidiyoruz. Bu birlikte gidiyor olduğumuzu göstermez." dedim.

Halil ağzının içinde homurdandı ve botlarını giyerken tükürükler saçarak söylenmeye devam etti. Bu sırada Halil'in artık sorun çıkaramayacağını düşünerek Nida'nın göz bağını çözdüm. Nida gözlerini ışığa alıştırmaya çalışarak kıstı ama yüzüme bir kez olsun bakmadı. Koltuğun üzerinde duran paltosunu üzerine giyip saçlarını düzeltirken dalgındı. Halil'in dolabından bulduğum şapkayı saçlarının üzerine yerleştirdiğimde, şapkayı iki yanından tutarak kulaklarına dek indirdi. Böylelikle gözleri, şapkanın gölgesinde kalmıştı. 

"İyi hissettiriyor." dedi, sadece benim duyabileceğim bir sesle.

Şapkaya olan göndermesi bir kez daha canımı sıktı bu yüzden cevap vermek yerine Halil'in ardından merdivenlere yöneldim. O çoktan ona yetişemeyelim diye roket hızıyla ayakkabılarını giyip merdivenleri tırmanmıştı. Çocuk gibiydi, aksi davranışlarına içerlemiyordum. Hem onun açısından düşündüğümde, belki biraz da haklıydı. 

Duvara dayalı merdivenlerden çıkıp kendimi kapaktan dışarı çektikten sonra Nida'ya da çıkabilmesi için yardım ettim. Ardından Halil'in aksine elimizde ya da sırtımızda hiçbir şey olmadan, yalnızca endişe yüklü ruhlarımız ve geri geri giden ayaklarımızla yola düştük. Halil sırtındaki ağırlık yüzünden yavaş yürüyordu, çok geçmeden ona yetiştiğimizde suratını astı ve bizim ona yabancı olduğumuzu cümle aleme kanıtlamak istercesine yüzümüze bir an olsun bakmayı reddetti. 

Nida kendi alemindeydi, gözleri onu ilk gördüğüm günkü gibi, kimsenin dikkatini çekmeyecek ufak, değersiz ama enteresan nesnelere takılıp duruyordu. O nesneleri almamak için kendini zor tuttuğunu hissedebiliyordum. Onu tanımakla ilgili listeme bir madde daha eklemekte sakınca görmüyordum: sıkı bir koleksiyoncuydu. 

Şehrin dar, boğuk sokaklarını geride bıraktığımızda aradan yarım saatten daha fazla zaman geçtiğini tahmin ediyordum. Baraj gölünün üzerindeki taş köprüyü geçerek, etrafı ağaçlarla çevrili asfalt bir yola varmıştık. Şehirden uzak yerlerde beslenmenin ve barınmanın daha zor olduğu düşüncesine sahip her şapkalı gibi, köprüyü daha önce bir kez bile geçmemiştim. Yollara olan yabancılığım huzursuz hissettiriyordu. Bir süre sonra Halil çantasının matara gözüne sokuşturulmuş geniş haritayı çıkardı ve çatık kaşlarla inceledi. Nida ve ben de onunla birlikte durmuş, Halil'in omzunun üzerinden haritaya bakıyorduk. En azından ben bakıyordum, Nida yanımda olsa da haritayla ilgilenmiyordu. Gözleri ağaçların etrafında uçuşan kara kuşlardaydı. 

"Güvendik ormanının girişi, işte şurada." dedim, parmağımla işaret ederek. "Bizse şuradayız, tamamen yanlış yerden sapmışız. Burası doğu kanadı."

Halil beni yabancı olarak görme konusundaki inadını tamamen unutarak söylediklerimi dikkatle dinliyordu. "O halde sağa dönmemiz ve bir kilometreye yakın yürümemiz gerekiyor."

"Haritanın güncel olduğuna emin misin?" dedim. "Bin yıl öncesinden kalma gibi. Hangi gömüden çıkardın bunu?"

Halil haritayı çıkardığı yer hakkında abartılı ve son derece açık seçik bir tarife girişince öksürerek onu susturmaya çalıştım. Fakat düşündüğümün aksine Nida bizi dinlemiyordu. Yöneldiğimiz yolun tam tersi istikametine, asfalt yolu aşıp etrafa çil yavrusu gibi dağılan çınar ağaçlarına bakıyordu. 

"Nida!" dedim, yüksek sesle. "Bu taraftan gidiyoruz." Sesimin yankısı etraftaki kuşları dağıttı ama Nida'yı daldığı düşüncelerden çıkarmayı başaramadı. 

BulvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin