8. Bölüm

4.4K 178 3
                                    

MULTIMEDIA'DA Kİ TANITIM VIDEOSUNU İZLEYİN.

Not: Okunma sayısı arttıkça nasıl mutlu oluyorum anlatamam! Okuyan herkese binlerce teşekkür ediyorum. Bu teşekkürümle beraber (Beni Aldattın'da ki kadar profösyönelce olmasa da) bir tanıtım videosu hazırladım. Lütfen izleyin ve yorumunuzu söyleyin! Öpüldünüz.

8. Bölüm

Aradan geçen günler monotondu, her gün kalkıyor, güzel bir kahvaltının ardından vaktimizi dışarıda geçiriyor ve çoğu gece sevişiyorduk. Benden sıkılmasından korkmaya başlamıştım, sarayda bu çok mümkün olamayacaktı çünkü.

Bir gün o uyurken erkenden uyanıp dışarı çıktım. Sanırım bu on birinci günümüzdü, gitmeye az kalmıştı. Üzerimde bu kez kırmızı, mini, penye bir elbise vardı. Bu sanırım Miles'ın en sevdiği elbisemdi. Sahilde yürürken bir yandan aşkımızı, önümüzdeki engelleri, Kraliçe Joys'un Miles'a önereceği yeni, baştan çıkarıcı kızlar geldiğinde nasıl onun nefsine hakim olacağını düşünüyordum. Bunu umuyordum, çünkü o beni istemezse yapmam gereken tek şey bavulumu doldurup ailemin yanına usulca dönmek olacaktı.

Denizin kokusunu içime çeke çeke başıma gelebilecekleri düşünüyordum. Ama istediğim iki şey vardı; biri Miles'ın doyumsuz aşkını hiç kaybetmemek, ikincisi ise o Kraliçe tahtına gururla oturabilmek. Biraz da hırslıydım sanırım.

Aslında ne istediğime karar vermeye çalışırken hiç hesapta olmayacak bir şekilde, uzaklarda bir adam görür gibi oldum. Yaklaşmaya başladım. Beni izliyor gibiydi. Bana attığı tehditkar bakışları fark edince yaklaşmayı kestim. Birden göz göze geldik, arkamı dönüp hızla koşmaya başladım. Korkuyordum. Ama adam benden hızlıydı, bana yetişip arkamdan sarıldı. Bu yaşadığım ve yaşayacağım en kötü felaketlerden yalnızca biri olacaktı.

"Nereye, daha tanışacaktık."
"Kes sesini, gideceğim, bırak!"
"Beni tanımadan mı? Doğru söyle, çekici değil miyim?"

Kollarından kurtulup adama baktım. Üstünde bir şey yoktu ve sixpackleri vardı. Miles'ı düşününce adama bakmayı kestim.

"Sevgilimin yanında bir hiç olduğunu söylemeliyim."
"Hah, onun benim gibi kaslı olduğunu sanmıyorum; ‘sevgili küçük prensinin’!"
"Sus! Bırak beni!"
"Daha işimiz bitmedi, hayatım. Buralara senin için geldim, beni geri mi göndereceksin? İzin ver de biraz tadına bakayım."

Ağlamaya başlamıştım ve kendimi s*rtük gibi hissediyordum. Hayatımda sadece tek bir kişiye ait olmuştum, tek bir kişiye aşık olmuştum ve hiçbir şey bilmezken bu konu hakkında her şeyi ondan öğrenmiş sayılırdım. Şimdi buna izin veremezdim.

Onu otel tarafına doğru sürüklemeye çalışıyordum, biraz yaklaşınca bağırmaya başladım;
Tek eli belimdeydi, tek eliyle ise onun kolunu sıktığım elimi çekmeye çalışıyordu, yani ağzımı kapatmamıştı.
"MILES!" Kaç kere bağırdığımı bilmiyordum ama otelde ki herkes bir anda çıkmışlardı, seslerini duyuyordum.

En önce Miles yetişti ve beni adamın pis ellerinden kurtarıp ona tekmeler, yumruklar savurmaya başladı. Sonra bir an adama bakma fırsatı buldu. 

"STEPHAN! Sen... Nasıl..." Sesi şaşkın geliyordu.

“Senin burada ne işin var? Ona dokunmaya nasıl cesaret edersin pislik!” Miles çok sinirlenmişti. Onun ellerinin bana değdiğini düşündükçe sinirden çıldırıyordu, bense ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Çok korkmuştum. Ben Miles dışında hiçbir erkekle hiçbir şey yaşamamıştım. Bu olay ileri aşamalara gitseydi çok ama çok kötü bir durumda olacağımdan emindim.

“Miles, sakin ol, lütfen” ağzımdan çıkan 3 kelime vardı, onlarda bunlardı.

Sonunda Miles adının Stephan olduğunu anladığım adama vurmayı kesti. Bağırmayı da. Üzgün ve çaresiz görünüyordu. Bakışları, bir sen eksiktin der gibiydi.

Adam acıdan bayılmıştı, ağzından akan kanları yavaş yavaş boynuna doğru ilerliyordu. Elleri karnındaydı. Kaburgaları zarar görmüş olmalıydı. Sonunda cesaretimi topladım;

“O kimdi Miles? Ben… Bana…”

“Sus. Onun kim olduğunu bilmesen daha iyi. Sana bir şey yapsaydı onu öldürürdüm.” Sesi ağlamaklı çıkmıştı ama daha çok sinirliydi.

Güvenliği çağırdı.

“Onu alt kattaki odaya kapatın. Yaralarını bırakın açık kalsın. Onunla konuşacağım.”

Adam eğilerek selam verdi ve; “Emredersiniz prensim.” Dedi.

Miles bu kez bana döndü. “Gel benimle.” Sesinde ki kızgınlığın içindeki hüznü fark etmemek imkânsızdı. Bana emretmiş olmasına aldırmadan peşinden yürümeye başladım. Bir yandan da oldukça kısa olan elbisemi çekiştiriyordum.

Yavaşça odaya çıktık. Sanki bana sarılmak istiyordu, “geçti,” demek istiyordu ama cezalandırıyordu. Aklından geçen soruları biliyordum; “Neden yalnız dışarı çıktın? Neden bu kadar kısa ve açık şeyler giyiyorsun? Neden o adamın sana dokunmasına izin verdin? Kaçabilirdin.”

Hiçbirini söylemedi. Sadece “O pislik nerene dokundu?” diye sordu. Birkaç gün önce geçmeye başlamış olan utangaçlığım yine başlamıştı. Kimsenin vücuduma bakmasını, dokunmasını istemiyordum. Aşık olduğum adamın bile. Gözlerimi kaçırdım. Yatağın üzerine oturdum.

“Bu konuda konuşmak istemiyorum.” Sinirlenmişti.

“Soruma cevap ver.” Sesini yükseltmek istemese de istemsiz olarak yükseldiğini biliyordum.

“Belime ve kollarıma. Gitmemem için tutmaya çalışıyordu.” Onu savunmuş gibi olduğumu fark edip sinirli bir ifadeyle Miles’a baktım. Gözlerim dolmuştu.

“Git duş al. Arın düşüncelerinden.”

Gülümseyip banyoya girdim.

 Yaşadığım ilk felaket buradan sonra şaşkınlığa dönüşecekti.

Kraliçe [WATR Watty'13 En İyi Historical Fiction Hikayesi]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin