GİRİŞ

168K 8.9K 1.9K
                                    

Herkese merhaba,

Başladığınız tarihi şöyle alayım.

Herkes Uykuya Daldığında - Yaşam Ağacı'nın ilk on iki bölümü okumayanlar/okuyamayanlar için şuan yayında. Hikayeyi artık kullanmayacağım eski G2 dosyası üzerine yüklüyorum, bu yüzden o dönemde buraya gelip yorum yaptıysanız, kendinizi görebilirsiniz. Bölümler oldukça uzun, bu yüzden aralıksız okuyabilmeniz adına, boş bir zamanınızda on iki bölümü tek seferde okumanızı öneririm. Kitabın yayınlanmış son bölümüne kadar başka bir yazar notu görmeyeceksiniz. Keyifli okumalar, sevgiler.

Sizi seviyom,

Koray.


Sevgili Mavi,

Seni nasıl hayal kırıklığına uğrattığımı şimdi anlıyorum.

Yeniden dirilmeyi bekleyen tüm ruhlar, sonsuzluk denizinde kaybolan ruhlar gibidir

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




Yeniden dirilmeyi bekleyen tüm ruhlar, sonsuzluk denizinde kaybolan ruhlar gibidir. Ölüm, son değildir. Sonrasındaki karanlığın bilinmezliği, kirli bir zihnin tahrik edici unsuru olabilir. Ocak gecesinde gökyüzüne tüneyen ayın tek görevi, üzerine karanlık çökmüş dünyayı aydınlatmak değildir; aynı zamanda gideceği yöne karar veremeyenlere yol göstermektir.

İki tarafı da ağaçlarla çevrili yolu aydınlatan şey, yalnızca dalların arasından kırılıp geçen ay ışığı değildi. Boyaları dökülmüş doksan model Ford kamyonet, sessizliği delerek ilerliyordu tepenin eteğindeki toprak yolda. Gece kuşları ağaçlardaki yerlerini almıştı. Ağaçların ardında zar zor seçilen uzaklardaki şehrin üzerine sis çökmüştü. Kamyonetin sürücüsünün endişeyle bakan gözleri, sürekli yolun en uç noktasındaydı. Eski kamyonetin ışıkları ağaçların üzerine vururken yola düşen hareketli gölgeler, kötü kaderli bir hanenin üzerine tüneyen şeytanlardan farksızdı. Karanlığın içerisinde saklı asıl kötülüğün çıkmasına çok az bir süre kalmıştı. Elinden gelse şu an kamyonetten iner, geldiği yönden Karadeniz'e doğru kaçarak uzaklaşırdı. Şehre inen bu yolu kullanmayı hiç istememişti. Parasızlık yüzünden yapmak istemediği işlere ilk girişmesi değildi. Doyurmak zorunda olduğu karınlar, geçindirmek zorunda olduğu bir ev vardı. Yakalanma ihtimalini düşündükçe direksiyonu tutan ellerindeki tüyler diken diken oluyordu. Uyuşturucu satmak ya da yüz kızartıcı bir suç değildi işlediği. Kaçak sigara ya da kaçak alkol de taşımıyordu. Büyük inşaat firmalarının vergi vermemek için taşıttığı kaçak harç malzemesi ve kaçak demirden başka bir şey değildi yükü. Onurunu, ailesinin başına gelen olaylardan çok sonra her gün çıktığı evin kapısının ardına bırakmıştı. Kader onu hem istemediği bir hayatı yaşamaya hem de istemediği işleri yapmaya zorlamıştı.

Herkesin kederli hikâyeleri vardır unutmak istediği, hiç yaşanmamasını dilediği. Asla akıllardan çıkmayan travmatik anları...

Mevsimin ilk sert rüzgârları karla birlikte şehirdekievlerinin kiremitlerini döverek geçiyordu. Gündüz gördüğü bulutlar çok daha kötüsünün habercisiydi. Ağaçların gölgeleri kamyonetin hızıyla şekil değiştirirken sert bir kış olacak, diye düşündü o kederli anlardan birini yaşayacağını bilmeden. Teslimatı yapması gereken yere ulaşmasına kilometreler kala biraz sakinleşmek ve malları tam saatinde teslim edebilmek için aracı büyük gövdeli bir ağacın altına çekti. Derin bir nefes aldı. Gözlerini yolun sonundan ayırmadan sürücü koltuğu ile yolcu koltuğunun arasına attığı paketten bir sigara alıp yaktı. Aracın tüm ışıklarını kapattığında artık tamamen karanlığın içerisindeydi. Artık o kadar da korkutucu gözükmüyordu hiçbir şey. Ağaçların şekilleri ürkütücü hayaletlere benzemiyordu. Av bulamamaktan isyan eden birkaç baykuş dışında orman sessizliğe gömülmüş, rüzgâr ise kış şarkılarını söylemeye başlamıştı. Üşüyen ellerini birleştirerek nikotin dolu dumanlı nefesini avuç içlerine üfledi. Yan koltuktaki el fenerini alarak araçtan inip etrafına bakındı. Aracını önüne park ettiği ağacın arkasından birkaç metre ormanın içine ilerleyerek işeyebileceği bir yer aradı. Ağaçların arasında yürümesini zorlaştıran kar birikintilerine söverken, burnuna dolan leş kokusu yüzünden yüzünü buruşturarak sigarasını tükürürcesine fırlattı. Daha önce aldığı hiçbir kokuya benzemiyordu. Sanki cehennem kokuyordu karanlık. Karanlık; kötülük, nefret ve pıhtılaşmış kan kokuyordu. Ocak ayının on yedisi, endişeli bir kamyonet sürücüsü hiç olmak istemediği bir yerde, hiç olmaması gereken bir zamanda buldu cesedi.

Karlar üzerinde yatan bedenin bir insana ait olduğunu düşünmedi. Ağaç diplerinden aldığı kalın bir dalla oynatmaya çalıştığı bedenin uzuvları birbirinden uzaktaydı. El fenerini etrafa tutarak göz gezdirdi. Ağaçlardan birinin altında duran el, dirsek kısmından koparılmıştı. Elin üzerindeki parmaklar sanki bir şeyi tutmak ister gibi kaskatı kesilmişti. Teni artık ölüm rengine bürünmüştü. Ölüm moru, en korkutucu olanıydı renklerin. Vücuttan çekilen kan, bomboş kalan damarlar ve ölen hücreler... Zamanla çürük karası gelirdi yerine.Gördükleri, yeni ölmüş bir bedene ait değildi. Aceleyle gömülmüş beden, aç kalan hayvanlar tarafından kolayca çıkarılmış ve parçalanmıştı. Kamyonetin sürücüsü derin nefesler alarak, bedenin kalan kısmının başına dönüp feneri üzerine tuttu. Elindeki sopayla artık bir ruha sahip olmayan bedeni ters çevirdi. Gördüklerinden ürkerek birkaç adım geriledi ve sırtını ağaca yaslayıp yavaşça çöktü karlı zemine, nefes nefese. Elinden düşen fener, ayaklarının yanından yuvarlanarak durduğunda gözleri fener ışığının aydınlattığı yere kaydı. Karşılaştığı gök mavisi bir gözdü. Gözlerden birinin boşluğundaki kurtları gördüğünde neredeyse kusmak üzereydi. Nefesini tutarak aniden gelen kusma dürtüsünü ötelemeye çalıştı.

Korkunç olan bu değildi. Gördükleri arasında daha ürkütücü olanı, bedenin karın kısmındaki boşluktu. Çürüyen organlar kararmış, bağırsaklar bedenin dışına taşmıştı. Yerinden kalkmak üzere harekete geçerken cesedin yüzüne son kez baktı. Oydu... Bir süredir ülkenin gündeminden düşmeyen, her sokağa fotoğrafı asılan o kişiydi bu. Çıkmazın içinde olduğunu o an fark etti sürücü. Aldığı nefes ciğerlerine fazla gelmeye o an başladı. O an asıl korku, zihninden tüm vücuduna yayılarak dolaştı bedenini. Polisi aramalıydı ama zaten kaçak bir işin içerisindeyken aramak ve aramamak üzerine biraz düşünmesi gerekiyordu. Uzun süre önce tahta bir kapının ardına bıraktığı gururu ve içinde korku dolu küçük bir çocuk gibi saklanan iyi bir insan olma isteği daha baskın geldi.

Kimse ona burada ne yaptığını sormayacaktı. Onun, kestirmeden gitmek isteyen sıradan bir kamyonet şoförü olduğunu düşüneceklerdi. Orada biri yatıyordu. Bir annenin çocuğu, bir babanın çok sevdiği kızı, başka birinin çok sevdiği bir kardeşi, birinin sevgilisiydi. Ağaçların ardında biri uyuyordu. Uzun süre önce gözlerini kapamıştı dünyaya. Güneş rengi saçlara sahip bedenin ruhu, ay ışığının vurduğu yaşam ağacının üzerine konmuş, göç zamanını bekleyen bir kuştu artık. O, şimdi tanrıların ağacında bekliyordu.

Herkes Uykuya Daldığında | Yaşam Ağacı (KİTAP)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin