"Merak etme. O piç kendini öldürmeden önce gözlerini kapattım."

"Tamam, Mira ile ilgilen biraz. Korkmuştur kız." Oktay kafasını sallayıp hareketlendi. Adım seslerinin ardından, kapanan kapının sesiyle yavaşça yatağın kenarına oturdum.

Benim karanlığımın parlak yıldızı, aydınlığımın sıcak güneşi. Dünüm, bugünüm, yarınım. Oksijenimi, her bir saç telinden aldığım. Gözleri cenneti bahşeden, dudakları cehennemdeki ateşi körükleyen kadınım. Gözümden sakındığıma göz dikmiş, canına susamış aç kurtlar vardı. Ve ben o köpekleri öldürürken gözümü bile kırpmayacaktım.

Düşüncelerimi dağıtıp, Hiranın ayağındaki ayakkabılara uzanıp, yavaşça çıkarttım. Komodinin üzerinde duran toka ile saçlarını topladım. Yumuşak ve yasemin kokan saçlar, tokanın esareti ile durgunlaştılar.

Yavaşça yanına uzanıp, ince örtüyü üzerimize çektim. Hirayı belinden yakalayıp yanıma çektikten sonra anlına bastırdım dudaklarımı. Gözlerim yavaşça kapanırken, içine çekip bıraktığı nefes sesi, kulaklarımın duyduğu en güzel ritimdi.

Uykudan uyanmamı sağlayan şey, yanımdaki bedenin çırpınışları oldu. Hızla doğrulup Hiraya baktım. Kabus görüyordu, anlı boncuk boncuk ter olmuştu. Biçimli kaşları çatılmış, anlayamadığım şeyler fısıldıyordu. Hızla inip kalkan göğüs kafesi ve çarşafı sıkan elleri ile uzanıp gece lambasını açtım. Hirayı kollarım arasına çekerek sıkıca sarılırken, bir elim de saçlarını okşamakla meşguldü.

"Şştt. Sakin ol Şebefruzum*. Güvendesin. Benimsin, benim kollarımdasın." ( Şebefruz ; Karanlık geceyi aydınlatan ışık anlamına gelir. )

Hiranın sakinleşen bedeni ile saçlarının arasına bir öpücük bıraktım. Kollarımı serbest bırakıp, yatakta rahat bir pozisyona getirip üzerini örttüm. Sessizce odadan çıktım. Saate baktığımda sabaha az bir vakit kaldığını gördüm. Hızla odama gidip duş aldım. Üzerime siyah bir kot pantolonla siyah tişört geçirip, kasadan silahımı çıkarıp belime yerleştirdim ve çıktım odadan.

Şimdi kimin benimle ne derdi var öğrenme zamanıydı ! Bu gece kanlı başlamış, kanlı da bitecekti !

Evden çıkarken Ayhana depoya gelmesini bildiren bir mesaj attım. Sayısını tekrardan arttırdığım korumalar arasından birini el işareti ile yanıma çağırdım.

"Buyurun Ezra bey ?" Düğmesini ilikleyerek, ellerini önünde birleştirdi.

"Bu kapıdan kimse çıkmıyor. Kimse girmiyor. Hira veya Miranın başına değil bir şey gelmesi, tek bir saç tellerine zarar gelsin hesabını verirsiniz." Adam hızla başı ile onayladı beni. Ardından seri bir şekilde arabama binip, gaza yüklenmeden çıktım bahçeden.

Sabaha az bir vakit kalmıştı. Yollar ıssızdı olduğundan gaza yüklenebildiğim kadar yüklendim. Kısa sürede depoya geldiğimde arabadan indim.

Depo dediğime bakmayın, dıştan terk edilmiş gibi görünüyordu hatta iç dizaynı bile öyle görünüyordu, ama gizli bir geçitten geçince yeraltına açılan bir kapısı vardı. Burada her türlü iş dönerdi. Tabi benim izin verdiğim kadarı.

Geçitten geçip, girişte bekleyen adamların başı ile verdikleri alıp kapıdan işeri girdim. Merdivenlerin başında durup, kurduğum kasvetli krallığa baktım. Her zaman ki gibi kalabalıktı. Buraya öyle herkes alınmazdı. Sadece ünlü mafya babaları ve isim yapmış kabadayılar girebilirdi. Tabi ki onayımdan geçtikten sonra.

Seri adımlarla merdivenlerden indim. Beni gören herkes selam verirken, kısaca karşılık verip odama ilerledim. Parmak izim ile açılan demir kapıyı açıp, şifreli kapıya şifreyi girdim. Kilit açılıp kapıyı açıp girdim içeri. Herşey en son bıraktığım gibi yerinde duruyordu. Bir bardağa viski doldurup, balkon kısmına geçtim.

Bu kısımdan deponun her yerini görebiliyordum, fakat film kaplı ve kurşun geçirmez camlar sayesinde kimse beni göremiyordu. Bakışlarım kumar masalarının olduğu kısıma kaydı. Herşeyin sorunsuz ilerlediğini görünce etrafta biraz daha göz gezdirdim. Bar kısmında içip ve yiyişenleri es geçip, ringte dövüşen adamlarıma baktım. Oranında sorunsuz bir şekilde ilerlediğini görünce, biten bardağımı sehpaya yerleştirdim. Bu sırada içeri giren Ayhan ile ona döndüm.

"Ezra ?" Ayhan çok nadir bana ismimle seslenirdi. Zaten yanımda çalışıpta ismimle seslenen tek adamımdı. Bunun sebebi ise ona olan güvenimdi. Uzun zamandır yanımdaydı ve benim için canını az tehlikeye atmadı. Yeri gelir yaş farkı nedeni ile akıl veren abim olur, yeri gelir hep gülen yüzü ile Ayhan olur.

"Bu gece neredeyse onu kaybediyordum ! İki oldu Ayhan ! İki. Kimler var bu işin arkasında bul bana !" Ayhan sıkıntı ile suratıma baktı.

"Araştırdık, hatta hala devam ediyoruz araştırmaya. Ama yok, hiçbir bilgi yok elimizde. Çiçekçi konuşmadan öldü. Hira hanıma yapılan saldırıdaki herifleri ve arkasında her kim varsa bulamadık. Sanki yer yarıldı da içine girdiler. Tek bir kamera kaydı dahi bulamadık. Okulun çevresindeki tüm kayıtlar toplanmıştı. Onun dışında bugün ki herifin kim olduğunu araştırdık. Üzerinden çıkan kimlik sahteymiş, asıl sahibi iki yıl önce ölmüş. Onun dışında herife ait ne sicil nede başka bir kayıt bulabildik. Herif sanki dünyada hiç var olmamış gibi."

Masaya bir tekme attım sinirle. "Kim lan benimle ve Hirayla uğraşan ! Bul bana onu ! O piç her kimse bul bana o iti !"

"Adamlar her seferinde bizden bir adım önde oluyorlar. Sanki bizi çok iyi tanıyor gibiler. Her adımımızı ya tahmin ediyorlar yada biliyorlar. "

Gözlerimi kısarak gözlerine baktım, "İçimizde köstebek olmasın ?" Dedim. Ayhan olumsuzca başını iki yana salladı, "İmkanı yok. Adamların hepsini tek tek kendim seçiyorum. Kendimden şüphe ederim, onlardan etmem."

Sinirle derin bir nefes bıraktım ve tekli koltuğa oturdum.

"Kim lan o zaman ? Kim !" Ayhan hafifçe güldü.

"Bulacağız elbet. Sabırlı ol."

"Sabırlı olayım öyle mi ? Bugün ikinci kez neredeyse kaybediyordum onu. Ellerimden kayıp gittiğini hissettim yeniden !"

"Ama tuttun sıkıca onu. Sarıp sarmaladın. Onu senden kimse alamaz Ezra ! Hiç kimse !"

"Kimse alamaz ! Kimse" kendi kendime mırıldanırken Ayhan odadan çıkmıştı.

Sakinleşmeye çalışırken odanın kapısı açıldı ve ben yokken depodan sorumlu olan adamım Rasim geldi.

"Leyl-i Târık* geldiler dediler, koşup geldim abi. Bir emrin var mı ?" (Leyl-i Târık ; karanlık gece anlamına gelir.)

Başımı iki yana salladım, "Bir şey istemiyorum. Sorun teşkil eden bir şeyler var mı onu söyle."

"Leyl-i Târık'ın mekanın da mı ? Öyle bir şeye cesaret edecek adam anasının karnında doğmuş mu ki daha !"

"Tamam, tamam. Çık hadi." Rasimde odadan çıkarken koltuktan kalkıp yatağa attım kendimi.

Leyl-i Târık, yeraltında ki lakabımdı. Ve anlamı kesinlikle beni anlatıyordu. Karanlık gece. Ellerim kirliydi benim, çok pislik öldürmüştüm. Gözlerim kirliydi benim, çok pislik görmüştü. Kulaklarım kirliydi, çok pis şeyler duymuştum. Ama kalbim temizdi, hem de tertemiz. Çünkü orada Şebefruzum vardı. Karanlık gecemi aydınlatan ışığım. Benim ışığım oydu. En temiz yanım, en saf tarafım oydu. Ve onu kendimden bile korumam gerekliydi. Çünkü gecem o kadar karanlıktı ki, ışığını söndürebilirdi. Buna izin veremezdim, vermeyecektim de !

ŞebefruzWo Geschichten leben. Entdecke jetzt