Ellerinde sihir var - 8

Start from the beginning
                                    

Sonunda bana dört bir yandan saldıran bu bilinmezlik rüzgarını görmezden gelip banyodan çıktım, yukarı çıkmak, kadının uykudaki duru yüzüne sinmiş nefreti okuyarak orada beklemek istemiyordum. O nefret beni boğuyor, beni kıvrandırıyor, bunca zaman kimsenin ayak basmadığı ıssız sokaklarımda yol kesiyordu. 

Koridorda gelişigüzel ilerleyerek etrafı incelemeye başladım. Geçtiğim yerde ışıkları yakıyor, eskimiş ve bazı yerlerinden kavlamış duvar kağıdını inceliyor, üzeri tozla kapanmış tablolara bakıyordum. Koridorun sonunda gözüme bir kapı çarptı. Bu kapı, diğer tüm kapıların aksine renkli ve işlemesizdi. Mavi renkteki kapının orta yerine yuvarlak bir etiket yapıştırılmış, üzerine yamuk yumuk harflerle 'burası benim odam' yazılmıştı. Harflere sinmiş çocuksuluğa gülmeden edemedim. Kapıyı açtım, karanlık odaya bir çocuğu uyandırmaktan korkar gibi sessiz adımlarla girdim ve ışıkları yaktım.

Sıkı sıkıya kapalı, üzerinde sol anahtarı ve nota desenleri olan perdeler. Masa aynasının önünde büyükten küçüğe dizilmiş oyuncak bebekler. Beşikten bozma küçük yatağın hemen yan tarafında, parkeye monte edilen tren rayları var fakat oyuncak tren yok. Oysa olmalıydı. Nereden tanıdık geliyor?  

Ve bir de müzik çalan bir şey...

Gözlerim bir saat istikrarında hareket ederek, ahşap şifonyerin tepesine kaydı ve orada antika bir pikap gördüm. Üzeri örümcek ağı bağlamıştı. Hemen yanında, üst üste dizili plaklar vardı. Uzun zamandır dokunulmadığı her halinden belliydi. Sonra bir gardırop gördüm. Kapaklarını açsam, birini görecek gibiyim, ter ve korku içinde birini. Yüzü aklımda bir türlü belirginleşmiyor.

Ahşap gardıroba doğru yürürken, ayağımın altındaki parkelerin altının boşalmış olduğunu düşündüm. Bu düşünce bile tanıdıktı. Bir anda şakaklarıma kuvvetli bir ağrı saplandı, olduğum yerde kaldım, başım dönüyor, midem bulanıyor, kalbim gereğinden hızlı çarpıyor, ellerim titriyordu.

Gardırobun önüne yığıldım kaldım. Düşünme, düşünme, düşünme!

Bir ses yankılandı. Sonra görüntüler. Şimşek çakar gibi. Yağmur yağar gibi. Kendimi korumak imkansızdı. 

"Hey, pikap!" Çatallı, sert, alaylı bir ses. Benim sesim ama yabancı hissettiriyor. Yine bu oda var etrafımda, ama oda bu kez kimsesizlik, pislik içinde değil. Oda bu kez düzenli, güzel kokuyor, çiçek gibi. Eşyalar temiz, parlak, etrafta bir ışık var. Gece değil. 

"Benim bir adım var." Küçük bir kız. O kızı daha önce de gördüm. 

"Tersini iddia eden olmadı."

"Odamdan çık. Beni ikna edemeyeceksin. Hele sen, asla."

"Seni götürmeye niyetim yok, merak etme. Bulutkent'in tadı kaçsın istemem. Mümkünse ölene kadar burada kal."

Kızın yüzünde bir şaşkınlık dalgalanıyordu. Bir an ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi bocalıyordu.

"Hah!" dedi, sonra, öfkeyle. "Keşke sen de o bulutkent midir ne zırvaysa orada çürüsen. Dünyanın tadı kaçmamış olur."

Bir adım attım, ona doğru. Ama aynı anda ayaklarım parkelere yapıştı sanki, bütün kaslarım buz kesti, ne ileri ne de geri gidebiliyordum. 

"Kes şunu." diye tısladım. Gözleri, göz bebeklerimden geçip ruhuma, irademe dokunuyordu ama gözlerimi uzaklaştıracak gücü bulamıyordum kendimde. 

"Kesersem odadan defolup gidecek misin?"

"Evet." dedim, dişlerimi sıkarak.

"Yemin et."

BulvarWhere stories live. Discover now