6. Bölüm: Sevdiceklerimizin adı

11 1 0
                                    

      Sonunda Dorian'dan ayrılıp kimse görmeden gözyaşlarımı sildiğimde, bizi Adalet Binasına sokmak üzere bir güvercin yanıma yaklaştı. Beni yeniden iteceğini düşündüğümden bana uzanan elini ittim ve kendim içeri girdim.
       Beni geniş bir odaya yönlendirip kapıyı sertçe yüzüme kapattılar. Sıkkınlıkla oflayıp odanın etrafında göz gezdirdim. Sadece büyük bir koltuk ve iç karartıcı bir duvar kağıdından oluşuyordu. Ne yapmam gerektiğini anlamadığımdan, koltuğa oturup bacak bacak üstüne atıp beklemeye başladım.
       Kapı kırılacak bir şekilde açılınca şaşkınlıkla dikkatimi kapıya yönelttim ve Eliora içeri daldığında hızlıca ayağa kalktım. Koşup bana sıkıca sarıldı ve beni öldüresiye sıktı. Omzunun arkasından anneminde girmesini bekledim ama gelmemişti. 
       "Sıkmaya devam edersen, oyunlara gitmeden öleceğim." Ona geri sarılmaya çalıştığımda geri çekilip kafama sertçe vurdu.
       "Ah!" Diye haykırıp kafamı tuttum ve kızgınca yüzüne baktım. "Bunu neden yaptın?!"
       "Tanrı aşkına, Elissa!" Diye bağırdı ve tekrar vurdu. "O züppe için gönüllü olurken aklından ne geçiyordu?!"
       Somurtup zonklayan kafamı ovuşturdum ve ayaklarıma baktım. "Oyunları hep ilgi çekici bulmuşumdur."
       Sanki ona uzaylı olduğumu söylemişim gibi yüzüme baktı. "Sana inanmıyorum."
       Ona hala gerçeği söyleyemezdim. Muhtemelen her zamanki gibi bir aptallık yapar ve başkanın arka bahçesini yakmaya falan çalışırdı. Yokluğumda onun gibi saf ve aptal birini kimse başkandan koruyamazdı.
       "Bende bana inanmadığınına inanmıyorum."
       Gözlerini devirip tavana baktı. "Şuan oyunun sırasımı sence?" Tekrar gözlerimin içine baktı ve içini çekti. "Öleceğine inanamıyorum."
       Kaşlarımı kaldırıp ellerimi belime koydum. "Pardon? Öleceğimi kim söyledi? O sünepelerin canına okuyup geri geleceğim."
       Hiç beklemediğim bir hareketle, Eliora aniden kahkaha atmaya başladı. O kadar çok güldü ki gözlerinden yaş geldi. Kollarımı kavuşturup bunun neye varacağını bekledim. Ama o gülmesini bitiremeden iki güvercin içeri girip onu dışarı çekiştirmeye başladı. Onca zaman sürece sadece gülmüştü. Eliora son kez bana baktığında ona orta parmağımı gösterip kapının kapanmasını izledim.
       Bir kaç dakika bekledikten sonra içeri Vee ve Dani girdi. Kalabalıkta beklerken Dani'yi parlak kızıl saçlarından tanıyabilmiştim ama Eliora'yı bırakıp yanına gidememiştim. Az önce yaşadıklarımızdan sonra yanına gitmediğim, Eliora'yı yanlız bırakmadığım için pişmanlık duyuyordum. Vee'nin saçları sarıydı ve mıntıkanın yarısından fazlası sarışın olduğu için onu kalabalıkta bulmakta hep zorlanıyordum.
       Vee her zamanki gibi ağlıyordu ve Vee'nin aksine Dani, gözyaşlarını tutuyordu. Ama bu rahatsız hissetmeme sebep oldu. Burada ölümüm söz konusuydu, neden ağlamıyorduki?
       Onların bana sarılmasını beklemeden ikisine birden sarıldım ve beni aralarında boğmalarına izin verdim.
       Vee'nin mükemmel elbisemi gözyaşı olduğunu umduğum sıvıyla ıslattığını anlayınca çaktırmadan geri çekildim ve tiksindiğimi belli etmeden gülümsedim. 
       "Yani, şimdi bu gerçekten oluyor mu?" Diye sordu Vee burnunu çekerek.
       Omzumu silktim. "Evet, sizi uyarmıştım."
       "Ciddi olduğunu bilmiyordum!"
       "Ne zaman şaka yaptığımı gördün?"
       Bu cevabım karşısında Dani kollarını kavuşturdu. "Her zaman?"
       Güldüm. "Biliyorum. Harikayım, değil mi?"
       "Hayır! Elissa, nereye gittiğinin farkında mısın?"
       "Başka seçeneğimin olmadığının farkında mısın?"
       "Her zaman başka bir seçenek vardır." Dedi Vee burnunu çekerek.
       "Evet, diğer seçenek ölümümdü." Dedim kollarımı kavuşturarak.
       "En azından izlemek zorunda kalmayacaktık."
       Gözlerimi devirdim. "Öleceğimi nereden çıkarttınız? Ben gayet güçlü bir leydiyim."
       "Evet, tabii," diyerek dalga geçen Dani arkasını döndü.
        Birkaç saniye sessizlikten sonra Vee tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki kapılar hızlıca açıldı ve ikisininde gitmesi için uyarı yapıldı. Israr etmedim. Arkalarından bağırmadım. Sadece koltuğa oturup ziyaret işinin bitmesini bekledim.
       Birkaç dakika daha kaldıktan sonra daha fazla ziyaretçimin gelmeyeceğini anlayan muhafızlar beni Adalet binasının dışarıya doğru götürdü. Ama yarım saat boyunca Dorian'ı beklemem gerekti çünkü bütün mıntıka ziyaretine gitmişti. Hatta annem bile benim yerime Dorian'ın ziyaretine gitmişti. 
       Adalet Bina'sından tren istasyonuna doğru gitmek üzere siyah bir arabaya bindirildik. Yol kısa sürmüştü ama Dorian bir kez bile yüzüme bakmamıştı.
       Arabadan indiğimiz anda etrafımızı kameraların parlak ışıkları kapladı. Dorian hızla ayrılmaya çalışırken ben durup tek tek hepsine el sallayıp gülümsedim. Biraz sempati kazansam fena olmazdı. Yeterince fotoğrafımın çekildiğinden emin olduğumda hızla Dorian'a yetiştim ve koluna girdim. "Tren'in önünde de fotoğrafımız çekilecekmiş."
       "Yani?"
       "Kendine bir çeki düzen ver. Diğer mıntıkalara rezil olmak istemiyorum."
       Sadece gözlerini devirerek karşılık verdi ve trenin önünde bir kaç bin fotoğrafımız daha çekildiğinde sonunda trene girdik.
        "Büyük oda benimdir!" Diye bağırdı Dorian ve kendini odalardan birine attı.
        Gisele bize küçümser bakışlar atarak yanımızdan ayrılırken ona çaktırmadan dilimi çıkardım. Ucube.
        Dorian'ınkinden üç suit ilerideki odaya yerleştikten sonra odayı inceledim. Tam benlik bir odaydı. Kocaman yatağımın karşısında kocaman bir televizyon, ve kocaman kıyafet dolabımın karşısında ise kocaman bir banyo vardı. Duşa girme fikriyle içimi çektim ama o kadar yorgundumki yatağa oturur oturmaz uyuyakaldım.
       "Kalksana uyuyan çirkin."
       Ani bir sarsıntıyla gözlerimi açtım ve karşımda beni uyandırmaya çalışan bir Dorian buldum.
       "Ha ha. Çok komik." Dedim gözlerimi ovuşturarak. Yatakta doğruldum ve saate baktım. "Sadece bir saattir uyuyormuşum."
       "Evet. Öğle yemeği var ve masayı görmen gerek." Dedi Dorian gözleri ışıldayarak.
       Gülerek beni ayağa kaldırmasına yardım ettim ve koridor boyunca onu izledim. Bir trende ne aradığını anlamadığım yemek odasına girdiğimizde gözlerim büyüdü. Küçük bir masaya göre fazlasıyla büyük yemekler vardı.
       Yemek boyunca kimse konuşmadı. Konuşmak isterdim, hala adını dahi bilmediğim adeta tanrının bir lütfu olan akıl hocamıza adını sormak isterdim, ama ağzım yemeklerle dolarken pek hoş gözükmezdi.
        Yemeğimi sonunda bitirdiğimde, ellerimi Dorian'ın üstüne sildim ve izin isteyerek suitime geçildim. Bir saniye. Az önce izin mi istemiştim ben?
       Sıkıntıyla mıntıkadaki yatağımın 3 katı olan büyük yumuşak yatağa oturdum. Dorian'ı çağıramazdım, şuan uygun gelmiyordu. Zaten muhtemelen hala yemeğini bitirememişti. Bitirmişse bile 3. tabağına falan geçmiş olmalıydı. Bir uğraş bulmak için etrafıma kısık gözlerle baktım. Yatağın hemen karşınında bir televizyon vardı, ve neredeyse yatak kadar büyüktü. İçimi çekerek kumandası olduğunu tahmin ettiğim küçük düğmeli kutuya bastım. Açılan kanalda iki pa lyaço gibi giyinmiş Ardalanlı muhtemelen söyleşi yapıyorlardı.
       "Her sene olduğu gibi, 1. Mıntıka haraçları epey zorlu gözüküyorlar." Dedi kırmızı Palyaço.
       "Harika." Diye mırıldandım. Rakiplerimi şimdiden tanımak iyi olurdu. Aslında benden çok Dorian tanımalıydı. Hızlıca üzerime bir hırka alıp Dorian'ın suitine doğru odamdan çıktım. Hemen uyumamış olmasını umarak kapısını bir melodi şeklinde tıklattım. Melodi şeklinde vurmayı seviyordum. Bir kaç tıklamadan sonra yarı çıplak bir şekilde kapıyı açtı.
       Somurttum. "İğrençsin." Değildi.
       Güldü ve içeri girmem için yana çekildi. "Çabuk televizyonu aç!" Diye söylenerek yatağına kuruldum. Tek kelime etmeden söylediğimi yaptı ve yanıma oturdu. Neyseki yetişmiştik. 1. Mıntıkanın kız haracından konuşmuşlardı ki o kadar önemli biri gibi görünmüyordu.
       "Rakiplerimiz mi bunlar?" Diye sordu Dorian, sanki bariz değilmiş gibi. Sorusuyla beraber 1. Mıntıkanın erkek haracına geçtiler.
       "Şş!" Diye tısladım ve televizyona daha da odaklandım. Karşımda resmen tanrı duruyordu.
       "Kile Woodwork." Dedi yeşil peruklu adam ve sevdiceyimin adını öğrendim. Televizyonun kenarındaki küçük resmi tüm ekranı kaplayacak şekilde büyüdü.
İstemsiz bir şekilde, "Oha." Dedim ve daha net görebilmek için yatak ucuna doğru emekledim.
       "Ciddi olamazsın." Diye mırıldandı Dorian ve başını iki yana salladı. Ona en ölümcül bakışlarımdan birini göndermeye çalıştım ama şu anda allak bullak durumdaydım. Hızlıca televizyon ekranına döndüm ve Kile Woodwork'un yüzündeki her küçük detayına dikkatimi verdim. Gözleri maviydi, aynı gökyüzü gibi, ama daha koyu çizgilerle çevriliydi. Saçları sarıydı, ama sadece düz bir renk değil, yer yer kahverenginin açık tonlarıyla çevriliydi ve kulaklarına doğru hafifçe kıvırcıklaşıyordu. Gülüşü aydınlatıcıydı, sanki ışık bütün gülümsemesine hapsedilmişti. Yayınladıkları kısa röportajında her gülümsediğinde güneşin tekrardan doğduğunu hissedebiliyordum. Eğer resim çizebilseydim, onu şuan çizer ve sayfamda ölümsüzleştirirdim.
       2. Mıntıka haraçlarına geçtiklerinde hızlıca Dorian'a döndüm. "Dorian, plan değişikliği. Kariyerlere katılıyoruz." Dedim heyecanla. Ama beni dinliyor gibi gözükmüyordu. Demin benim yaptığım gibi ekrana kilitlenmişti. Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırarak ekrana geri döndüm.
       "Celaena Sardothien." Dedi aynı adam ve ekranda neredeyse benim kadar güzel bir sarışının resmi belirdi. Kabul edebilirdim, oldukça güzeldi ve mükemmel denebilecek yüz hatlarına sahipti. Sadece basit bir haraç fotoğrafı olsada gümüş ve altın rengi karışımı saçları parlıyordu, ve altın bir halkayla çevrili mavi gözleri ışıldıyordu. Bakışları ise ölümcül ve duygusuzdu. Bir kadın sadece bir bakışla birini öldürebilir sözünün beden almış hali gibiydi. "Bu sene gönüllü olan 3. Kariyer haracı."
       "Celaena Sardothien." Diye tekrarladı Dorian. Sesi neredeyse bir rüyadaymış gibi çıkıyordu.  "Onu tanıyorum."
       "Nasıl?" Diye sordum şaşkınlığımı korkuyarak.
       "Geçen sene, mıntıka gezisi." Dedi kısa bir şekilde. Sesi mırıltı denebilecek kadar az çıkıyordu.
       "Lütfen onun olduğunu söyleme." Dedim neredeyse yalvararak.
       Sadece "O." Demekle yetindi.
       İçimi çekerek kafamı iki yana salladım. Geçen sene okul üst sınıflara mıntıka gezileri düzenlemişti. Mıntıka gezisinden kastları ise sadece 1 ve 2. Mıntıkalardı. Ben Dorian'dan küçük olduğum için gidememiştim —ki bu sene gitmeyi planlıyordum— ve Dorian bana bütün geziyi anlatmaya söz vermişti. Ama geri döndüğünde aylarca anlattığı tek şey 2. Mıntıkada tanıştığı bir kızdı. Şimdiye kadar adı veya kim olduğu umrumda olmamıştı. Bütün yaz ondan ve onun nasıl kalbini kırdığından yakınıp durmuştu. Abarttığını düşünmüştüm, ama şimdi nedenini anlıyordum. Kız olsa bile benim kalbimi kırsa muhtemelen ağlardım.
       "Kariyerlere katılıyoruz?" Dedim, cümlem daha çok bir soru gibi çıkmıştı.
       "Kariyerlere katılıyoruz." Diye onlayladı.
Mutlu bir şekilde gülümsedim. En azından ölmeden önce ikimizde birer amaç edinmiştik. Bu düşünceyle yutkundum. Ne zamandan beri ölüm bu kadar kolay bir şey gibi gelmeye başlamıştı?
       "Elissa Moore hakkında ne düşünüyorsun?"
       Palyaçolardan adımı duyduğumda hemen kafamı televizyona çevirdim.
"Kariyer mıntıkalarından gönüllü çıkması beklenmedik bir şey değil, gönüllü olan 5. Kariyer haracı. Ama Elissa gönüllü olmaktan pek memnun değil gibiydi." Doğru.
       Dudağımı büzerek kafamı salladım. Bir de neden gönüllü olduğumu bilselerdi keşke. Dorian bile bilmiyordu ki bu hala ona benim deli olduğumu düşündürtüyordu. Bir önceki gün Rosaline'den neden nefret ettiğimi cümlelere sığdıramıyordum, ertesi gün 'acıdığım' için yerine gönüllü oluyordum. Kendimi tanımasam, ben de deli olduğumu düşünürdüm.
        Hakkımda birkaç şey daha atıp tuttuktan sonra Dorian'ın resmi ekranda belirdi.
       "Dorian Havilliard." Demeleriyle Dorian ekrana dahada yaklaştı. "Tesadüfe bakın ki, oyunlar için ismi çıkan 2. Havilliard." Cidden, sadece tesadüftür.
Gözlerimi devirerek kafamı iki yana salladım. "Ve oyunlara gönüllü olmadan katılan tek Kariyer." Diye ekledi Yeşilli.
       "Sence bu bir zayıflık mı?" Diye sordu Dorian bana dönerek. Gözlerindeki korku gayet net bir şekilde seçiliyordu.
       "Hayır." Dedim omuzlarımı silkerek. "Yani, benim sayemde değil. Ben olmasam ağlıyordun." Diyerek güldüm.
       Gülmeme katılarak omzuma yavaşça vurdu. "Ağlamıyordum, sadece şaşkındım."
       "Tabiki, eminim." Diyerek gülmeye devam ettim.
       Biz gülerken bir kaç şey daha demiş olacaklar ki ezik 5. Mıntıkadaki, muhtemelen ilk gün ölecek haraçların isimleri duyuldu. Kendimi yatağa atarak televizyonu kapadım. Onları tanımasakta olurdu.
       "Hemen kuruldun?" Dedi Dorian kaşlarını kaldırarak.
       Gülümsedim ve iyice yerleşerek yastığa sarıldım. "Beni yargılama, bu yataklar çok yumuşak."
       "Ben nerede yatacağım şimdi?" Diye sızlandı.
       Ayaklarımda ayak ucunu işaret ederek güldüm. "Veya benim odamda." Dedim esneyerek. "Şuan 3 suit ileri yürüyemeyecek kadar uykuluyum."
Somurtarak "Çekil şurdan." Dedi ve tüm odunluğuyla beni yatağın diğer tarafına iterek yanıma uzandı.
       "Üzerine bir şey giy iğrenç yaratık." Diyerek onu dürttüm. Sorun olduğundan değildi aslında.
       "Hava neredeyse 100 derece." Diye mırıldandı ve gözlerini kapadı.
Hoflayarak bütün pikeyi üzerime çektim ve gece uyanırsam bütün gece Dorian'ı izleyebileceğim düşüncesiyle gülümseyerek ölümü düşünmediğim tek yere doğru gitmek üzere gözlerimi kapadım.

Biz Doyduk KalkalımWhere stories live. Discover now