Bölüm 1. Hicret

12K 712 56
                                    

"Nasıl gidecek oralara tek başına ya hu? Nasıl izin verirsiniz buna?"
Abim, bizimkilere adeta gürlerken Ayşe kolunun altından onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Sessizce, "Hamza Allah için sakin ol.." diye mırıldandığını duyabiliyordum. Ama abim sakinleşecek gibi değildi. Annem sessizce gözlerimin içine bakmaya devam etti. Babam elindeki gözlüğü masanın üstüne bırakıp Burak Amca'ya döndü.
"Burak, sen bunu daha önce oğlunla konuşmadın mı kardeşim? Ne diye şu manyağı benim başıma bela ettin şimdi?"
Burak Amca sitemle babama döndü,
"Ya hu Mus'ab görmüyor musun şunun halini? Herkes biliyor Hamza'nın Hafsa'ya olan düşkünlüğünü. Söyleyip tek başıma mı uğraşsaydım?"
Hepsi haklıydı. Abim bana çok düşkündü. Gitme kararı aldığımda, abimin izin vermemek için elinden geleni yapacağını biliyordum. Hatta bunu daha önce Ayşe'yle de konuşmuştuk. Onun da fikri benden farklı değildi.
"Güzel bir yola giriyorsun canım benim. Bir çok şeyden feragat etmen gerektiğini biliyorsun. Ailen seni desteklerse bende seni sonuna kadar desteklerim, beni biliyorsun. Fakat abin konusunda hiçbir şey söyleyemem. Onu benden iyi tanıyorsun, asla izin vermez. Allah yardımcın olsun o konuda. Ne diyeyim..." demişti hatta konuşmanın sonunda. Doğru söylüyordu. Abimin ani tepkilerinden babası bile çekinirdi bazı zamanlar.

"Ya oğlum Hafsa'nın kararı bu. Allah yolunda bir karar vermiş. Nasıl olmaz diyebilirim. Zaten gideceği yeri biliyoruz. Sonuçta bizim vakıflar. Bu vakıfların ilklerini biz kurduk vakti zamanında babanla. Sonra Elhamdulillah müslüman kardeşler her yerde arttırdılar sayısını bu vakıfların. Gideceği yeri bilmesek yollar mıyız? Zaten sürekli gideceğiz oraya. Ayrıca orada bir sürü tanıdık müslüman kardeş var. Hafsa'yı hiç yalnız bırakırlar mı?" Derken babam ikna etmeye çalışıyordu abimi.
Ufaklıklar herseyden bir haber etrafta koştururken abimin sinirli bakışlarına maruz kalınca oldukları yere pıstılar. Ayşe kafasını çocuklara çevirip, "Haydi siz bahçeye çıkın. Hava bugün çok güzel Elhamdulillah," deyip çocukları olası bir Hamza krizinden kurtarmış oldu.
Akşama kadar uzlaşamadık benim gidip gitmemem konusunda. Abim bir ara babamın da aklını çelecek gibi olmuştu ki hemen araya girdim. Ben pat diye konuşmaya başlayınca bütün gözler üstüme yöneldi. Sabahtan beri benim hakkımda konuşuluyordu ama benim sesimi daha yeni duyuyorlardı. Sahi, ben daha önce hiç konuşmamıştım.
"Ya ne oluyor size? Altı üstü Bursa'ya gidiyorum. Sanki gülmek, eğlenmek, gezmek için gidecekmişim gibi davranmayı bırak Allah aşkına abi. Hoca eksikmiş. Yıllardır bunun eğitimini aldım, Elhamdulillah hala öğreniyorum. Şimdi bu öğrendiklerimi başkalarına anlatmazsam yıllardır öğrendiğim onca şeyin ne anlamı kalır? Bu kadar ilmin hesabını nasıl veririm? Kendini benim yerime koy. Şimdi biri çıkıp sana 'hocalık yapma!' dese nasıl tepki verirsin? Hemen esip gürlersin değil mi? Çünkü ilmin var. Ve bu bildiklerinden başkaları da faydalansın istiyorsun. Ee peki benim öğrendiklerim? Peki ümmetin genç kızları, kadınları? Erkekleri öğrenecek de onlar ilimsiz mi kalacak? Kadınlara ders vermek için okutmadı mı bu aile yıllardır beni? Artık öğrendiğimi öğretme vakti. Sen gitme dersen gidemem, size isyan edecek değilim. Ama ben bu yola Allah için çıktım. Engel olmaya, yolumu kesmeye cesaretin varsa kes, durma. Bunun hesabını şimdi soramasam ahirette her birinizden tek tek sorarım ama. Herkes kendi günahı sevabıyla gidecek oraya. Ne kendi sevabını bana verebilirsin. Ne de benim günahımı sırtlanabilirsin. O yüzden aldığınız kararları 2 defa düşünün. Benim bu konuyla ilgili konuşacaklarım bu kadar. Ne karar verirseniz uyacağım. Müsadenizle odama çıkıyorum."

Hiçbir şey söylemeden kapıya doğru yürümeye başladım. Hiçbiri de peşimden tek kelime dahi etmedi. Edemediler desek daha yerinde olur gerçi.

Salonun kapısını itip kendimi dışarı attığımda derin bir nefes almaktan başka bir şey yapamadım. Neler söylemiştim ben öyle? SubhanAllah. Kendime inanamıyordum. Şaşkınlıkla odamın merdivenlerini tırmanırken arkamdan gelen bir seslenmeyle olduğum yerde durdum.

“Hafsa! Bekle bir.”

Geri dönmek ve odama gitmek arasında gidip geldiysem de abime olan saygımdan dolayı geri döndüm. Ona saygı duyuyor olmam yanlışını yüzüne vurmayacağım anlamına gelmiyordu tabii ki.

“Ne var?”

Abim ona böyle çemkirmelerime çok sinirlenir, her seferinde bir daha böyle davranmamam için ikaz ederdi beni. Yalnızca haksız olduğu zamanlarda ses edemez, sadece sinirli bakışlar atmakla yetinirdi. Bu sefer ne kadar mahcup olmuşsa o sinirli bakışları bile yoktu. Yalnızca duruyordu karşımda sakince.

“Konuşmak istiyorum. Ama yalnız. Balkona gelsene iki dakika?”

Abim? Çemkirmeme rağmen? Bu kadar? Sakin?

Şaşılacak şeydi doğrusu. Şey, aslında konuşmayı kabul etmemeliydim. Sinirli tavrımda sabit kalıp tek kelime dahi etmeden odama çıkmalıydım ama yapamadım işte. Abime kıyamıyordum ne yaparsa yapsın. O da bana kıyamıyordu ki peşimden gelmiş, tüm çemkirmelerime rağmen sakince konuşmaya çalışıyordu.

“Tamam. Geliyorum.” dedim düz bir ses tonuyla. Gerçekten tavrımı takınmam gerekiyordu. Abim balkona doğru yürürken ben de peşine takıldım. Yürürken bir yandan da kafamın üstündeki iğneyi çekip başörtümün bir ucunu diğer tarafa iğneleyip yüzüme peçe yaptım. Sonuçta balkona çıkacaktım. Hava karanlık olabilirdi ama ne olur ne olmaz diye ben tedbirimi almalıydım. İşte peçeyi yıllardır kullanıyor olmanın verdiği hissiyat tam olarak buydu. Ondan ayrılamıyordunuz. Kimi zaman abiniz ya da babanız gibi büyüdüğünüz bir adam bulunduğunuz yere girdiği zaman bile telaşla eliniz yüzünüze gidiyordu. Elhamdülillah annem küçüklüğümden beri başımı hiç örtüsüz bırakmamıştı. Yani can ciğer olduğumuz abim Hamza bile, 11-12 yaşlarımdan beri beni örtüsüz görmemişti hiç. Tamam, odama girip beni bağıra çağıra uyandırdığı zamanlar hariç, onlar istisnaydı.

Abim balkondaki sandalyelerden birine yerleşince bana seçim şansı kalmadı. Hemen karşısına yerleştim.

“Bak kardeşim. Ben senin bu yolda attığın adımlardan çok memnunum. Allah biliyor, senin gibi bir kardeşim olduğu için her namazımda şükrediyorum Rabbime. Lakin seni böyle bir zamanda tek başına yollamak da gelmiyor içimden. Anla ne olur beni de.. Ne yapayım, kendimden çok seviyorum seni. Aklım kalacak sende gidersen. Gitmezsen ayrı bir dert. Ne yapayım bilmiyorum vallahi. Son söylediklerin çok dokundu içime. Oy oy..”

Abimin ses tonundan çaresizliğini anlayabiliyordum. Onu üzmek istemiyordum ama oraya gitmeliydim. Oranın bana ne kadar ihtiyacı varsa, benim de orada olmaya en az o kadar ihtiyacım vardı. Vardı işte… Nasıl ya da neden diye sormayın. Vardı, biliyordum.

"Abi.. Gitmeliyim."
"Evet haklısın. Gitmelisin."

Abim kabullenmiş miydi yani? Şaşkınlıkla yüzüne bakarken Ayşe kapının kenarına eliyle vurup, "Gelebilir miyim?" Dedi.
Başımı evet anlamında sallayınca kenarıdaki sandalyelerden birini çekip yanımıza oturdu. Gözlerini abimin üstüne dikince, abim açıklama yapmak zorunda kaldı.
"Hallettik Ayşe'm. Hafsa'm doğruyu söylüyor, gitmesi gerek. Yıllardır aldığı ilimleri paylaşma zamanı. Allah'ın izniyle yarın onu biz götüreceğiz."
Ne? Yarın mı? Şey, gitmek için o kadar uğraşmış olabilirim tamam ama, yarın da çok erken değil miydi?
Peki şimdi bu saatten sonra yarın çok erken demem ne kadar mantıklı olurdu ki? Öyle bir şey dersem "Hafsa henüz hazır değil" diye yollamazlardi beni kesin. O zaman asla öyle birşey söyleyemezdim. Usulca sandalyeden kalkarken bir Ayşe'ye bir de abime baktım.
"Neyse, ben gidip valizlerimi hazırlayayım bari.."

Esselamu aleykum. Tevafuklar-2'ye besmeleyle başladık. İn sha Allah hayırlı olur, umarım beğenmişsinizdir. Hayırlı günleriniz olsun canım okurlarım :) hasta hemşire yazarınıza şifa duaları etmeyi de unutmayın in sha Allah ^_^

Tevafuklar-2Where stories live. Discover now