4. Bölüm Cemre

699 65 15
                                    

Cemre dün geceden yapış yapış olmuş saçlarını tertemiz yıkamış, dağınık sevmediği için nemli olmasına aldırmadan tepesinde topuz yapmıştı. Çantasından içi asetonlu pamuk dolu şişeyi çıkardı. Tırnaklarının üstünü güzelce silecek ve tekrar kırmızıya boyayacaktı. Son zamanlarda kırmızı ojeyi beğenir olmuştu. Ojeyi sürüp kurumasını beklerken önceki gece ne kadar rahatladığını düşündü. Hayatının merkezinde gece kulüpleriyle ve uyuşturucuyla kapatmaya çalıştığı boşluk bir gecede dolmuştu. Kullandığı haplar gibi düşüşü de hızlı olmamıştı. Kendini hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu. Belki biraz daha cesaretini toplarsa, kendini daha hazır hissederse içindeki tüm kötülükleri söküp atabilirdi. Ancak hala kendini çok acemi hissediyordu. Baltayı adamın boynuna saplarken elinin titrememesini canının derdinde olmasına bağlıyordu. Peki tamamen keyif için yapsa bu işi bu kadar mutlu olabilir miydi? Bu kadar tatmin olabilir miydi? Tırnaklarını hiçbir yere değdirmemeye çalışarak komodinin üst çekmecesini açıp önüne susturucu takılmış silahına baktı. Bu iş daha hızlı ve kansız olabilirdi.
Kapı zilinin sesiyle irkildi. Kapının deliğinden Deniz'i görebiliyordu. Derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı.
"Merakına yenik düştün herhalde."
Deniz ona hayal kırıklığı dolu bakıyordu. Eski dostunu daha fazla üzmeyecekti Cemre. Kapıdan çekildi ve onu içeriye buyur etti.
Penye sabahlığının önünü kapattı ve kanepeye kendini attı.
"Çok güzel hissediyorum."
Deniz bir süre Cemre'ye gözlerini dikip gergin bir şekilde tekli koltuğa oturdu. Cemre'nin aksine koltuğunda öne doğru eğilmiş önünde kavuşturduğu ellerini inceliyordu.
"Cemre şu illetten kurtulmalısın."
"Kurtuldum bile." dedi Cemre şakıyarak. Deniz kalın kaşlarını çattı. Bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. Bir an ona inandırıcı gelmedi. Ama Cemre'nin halinde bir değişiklik olduğu kesindi.
"Sen ciddi misin?"
"Gerçekten bıraktım. Baksana sabahları lanet uyanırdım. Bendeki değişikliği fark etmedin mi?"
Deniz dili tutulmuş gibi bakıyordu.
"Hadi sana sucuklu yumurta yapayım." derken hızlıca yığıldığı kanepeden kalkıp amerikan mutfağına girdi. Buzdolabından yumurta çıkarırken Deniz de yavaşça Cemre'ye yaklaşıyordu. "Dün arnavut ciğeri yapmıştım. Nefis oldu. Yer misin?"
Deniz gülümsedi. Yıllardır Cemre'nin iyiliği için peşinden koşmuştu. En sonunda bir umut doğmuştu içine. Belki gerçekten de kendini toparlayacaktı. Cemre bir tahta alıp sucukları keserken Deniz arkadan yaklaştı. Cemre elindeki büyük bıçakla aniden arkasına döndü. Deniz ani bir refleksle Cemre'nin bıçak tutan elini yakaladı. Yüzleri birbirine yaklaştı. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı.
"Neredeyse beni kesiyordun." dedi Deniz sesi fısıltıya dönüşürken. Cemre sırıtıyordu.
"Öyle mi?"
Deniz Cemre'ye kahvaltı masası kurmasında yardım etti. Çekmeceden ince bir bıçak çıkarıp Cemre'nin yıkadığı portakalları kesti. Bu kahvaltı masası kendince eksiksiz olacaktı. Cemre ocakta yumurtayı pişirirken o sırtı ona dönük mutfak adasının mermerinin üstüne narenciye sıkacağını çıkarmış portakalların ardına kan kırmızısı greyfurtları sıkmıştı. En sonunda kahvaltı masasına oturduklarında gülücükleri havada uçuşuyordu. Kahvaltılarını bitirdiklerindeyse tazelenmiş hissettiler.
"Daha bitmedi. Filtre kahvemi dene."
Deniz kanatlanıp uçan kuş misali masadan kalkıp tezgaha konan Cemre'nin peşinden gitti. Uzun bir süredir bu kadar güzel bir sabah görmemişti. Bir şey hatırlamış gibi saatine baktı.
‎"Olamaz geç kalacağım. Bana kahve koyma." diyerek masaya yöneldi.
‎"Deniz sen işine git. Ben masayı toplarım."
‎"Tamam." diyerek kapıya yöneldi. Cemre de kapıya onu geçirmeye gitti. Deniz ayakkabılarını alelacele giydikten sonra Cemre'ye döndü.
‎"Gerçekten bıraktın mı bu illeti."
‎"Gerçekten bıraktım." dedi Cemre kendinden emin bir şekilde. "Artık hayatımda çok daha fazla önemsediğim bir şey var." dedi göz kırparak.
‎Deniz gülümsemesinin tüm suratına yayılmasına engel olamadı. Ancak Cemre'nin uyuşturucuyu bırakmasına sebep olan o kutsal şey Deniz'in sandığı gibi bir şey değildi.
‎.............................
Cemre evinin bulunduğu lüks semtin temiz ve düzenli sokaklarını bırakmış yerine çok daha farklı, delik deşik asfaltın ayaklarının altında uzandığı bir yolda yürüyordu. Ufak tefek iki katlı binaların dış cepheleri İstanbul'un nemine yenik düşmüş ağlarken rimelleri akmış kadına benzemişti. Bu renksizliğün içinde kadınların kurusun diye astıkları çamaşırlar  gelişigüzel renklerin karıştırıldığı bir tablo gibiydi. Burnuna lastik kokusu geliyordu. Üstüne düz siyah basit kıyafetler giymişti. Bu kokular üzerine sinecekti. Üstündekileri çıkarıp çöpe atmak istiyordu. Ama bu mahallelerin kokusu buydu işte. Cemre bu insanlardan iğrenmiyordu bilakis o da bu insanların arasından gelmişti. Yine de çamaşırlarının güzel kokmasını tercih ediyordu.
Yetimhaneden sonra da Deniz'le girdiği ıslahevinden çıktıktan sonra mucizevi bir şekilde ona miras kaldığını öğrenmişti. Annesi babası öldükten sonra 18 yaşından sonra verilmek üzere kasa kasa para bırakmışlardı Cemre'ye. Anlaşılan Cemre'ye bakacak kimse olmadığı için bir süreliğine Cemre'nin kaderi bu mahalleler olmuştu bir süre.
Buraları iyi bilirdi. Üstü başı sade olmasına karşın düzgün olduğu için kısa sürede önünün kesilmesi muhtemeldi. Elbette bu durum böyle bir yere düşüp etrafa avanak avanak bakan Nişantaşı kızı gibi olsaydı vuku bulurdu. En iyisi kendine güvenli yürümekti. Zaten önünü kesseler ondan alabilecekleri değerli bir şey yoktu. Beline taktığı soğuk sert tabanca dışında.
Cebinde buruş buruş olan kağıttaki adrese baktı. Dik bir yokuşu tırmandıktan sonra duvarları isten yer yer siyahlaşmış apartmanların olduğu bir yere girdi. Yerdeki kum yığınlarının üzerinde oynayan çocukların arasından geçip ön kapısı ardına kadar açık apartmana girdi. Yavaş yavaş basamakları tırmandı. Apartman sakinleri gayet gürültücüye benziyorlardı. Bu Cemre'nin işine gelecekti. Susturuculu silah sayesinde kimse olayı hissetmeyecekti bile. Merdivenleri yavaş yavaş çıktı. Çıktıkça kimse orada olduğunu fark etmedi. Herkes burada zor yaşıyordu zaten. Apartmanın içine çarpılacak biri de gireceğini tahmin etmiyorlardı belli ki. Adrese ulaştığında koridoru kontrol etti. Kimseler yoktu. Zili çaldı. Kapı tahmininden hızlı açıldı. Kapıdaki adam şaşkın gözlerini Cemre'ye dikmişti. Sık kara saçları alnına dökülüyordu. Omuzları yorgunluktan çökmüştü.
"İsmail Yurttaş siz misiniz?"
"Evet benim."
"Teslimat vardı."
"Ne?"
Cemre redkit gibi silahını çektiği gibi ateşleyerek teslimatı gerçekleştirdi. Adamı tam alnının ortasından vurmuştu. Müthiş yeteneğine hayran kaldığı için çok keyiflendi. Adam merminin de etkisiyle sırt üstü yere yığılmıştı. Ama Cemre'nin ilk andaki heyecanı yavaş yavaş dağılıyordu. Adamın ayağına bir tekme atarak kapıdam içeriye gir ve arkasından kapattı. Tahmin ettiği gibi kansız olmuştu. Alnındaki sinek ısırığı gibi olan mermi izine baktı. Bu iş onu hiç tatmin etmemişti. Yerde boylu boyunca yatan cansız bir şerefsiz vardı. Taşıması hiç pratik değildi ama pompalı olsaydı ne güzel kafanın arkası dağılıverecekti. Ortalık kirleniyor diye veryansın etmeseydi şu an kendi içinde şenlik yaşayabilirdi. Demek ki o kadar titiz olmanın anlamı yoktu.
Az önce kapattığı kapı dışardan tıklatıldı. Yüreği ağzına geldi. Biri duymuş olmalıydı. Şaşkın ördek yavrusu gibi ortalığa baktı. Kapı ısrarla çalmaya devam ediyordu. Orada öyle duramazdı. Cansız şerefsizi sürükleyerek banyoya götürdü. Kapıdan anahtar sesi geldi. Dışarıdaki her kimse anahtarı vardı. Daha ilk cinayetlerinde yakalanacaktı. Bu iş böyle bitemezdi.
Mümkün olduğu kadar sessizce banyonun kapısını kapattı ve arkasından anahtarı çevirdi. O sırada dış kapıdaki adam içeri girmişti bile. Acaba onu duymuş olabilir miydi?
"İsmail"
Adam her köşeye bakıyordu. Banyoya gelmesi an meselesiydi.
"Allah Allah nerede bu adam?"
Dışarıdaki adam söylenirken mutfaktan kaynayan su sesi gelmeye başlamıştı. Cemre biraz olsun rahatladı. Adam son anda kendine kahve yapmaya karar vermişti anlaşılan. Bir telefon sesiyle sıçradı. Hemen karanlıkta yanında duran cesedin yanına çöküp ceplerine dokundu. Cebindeki ufak eski telefonun kapağını açıp baktı. Telefonda kıpırtı yoktu. O sırada adam kendi çalan telefonuna cevap verdi. Cemre'nin bir kez daha boş yere yüreği ağzına gelmişti. Hazır aklına gelmişken adamın telefonunu kapatıp yeniden karanlığa gömüldü. İçeriden adamın sesi geliyordu.
"Bir insan boşuna katil olmaz. Kadın onu bu hale getirdi. Yoksa neden kendi evladını öldürsün?"
Cemre bir insanın kendi evladını öldürme bahanesi ne olabilir diye düşünürken yanındaki leşi bir kez daha tekmelemek istedi.
"Evet evet aynen. O kadın olmasaydı adamcağız bu hale gelmezdi. Asıl bu kadınları öldürmek lazım da. Neyse bize iyi bir avukat lazım. Yedi yıl yatar çıkar düzgün birini bulursak. Ne olacak ki? Devlet biraz da erkekleri düşünsün."
Cemre'nin beynine alevler çıkıyordu. Dayanamayıp banyonun kilidini açtı. Şimdi ne yapacaktı?  Adam bir anda sessizleşmişti. Sesini duymuş olmalıydı. Biraz tedbirsiz davranmıştı böyle yaparak. Adamın sesi yaklaşıyordu.
"İsmail orada mısın?"
Adam banyonun kapısını açtığında karanlıktan kendine doğrultulmuş silahı seçemedi. Neyse ki Cemre silaha mermi doldururken cimri davranmamıştı. Adam alık alık bakarken onunda alnı anlık bir kurşun darbesinden nasibini almıştı. Bu sefer adam olduğu yerde yere yığıldı. Cemre ilgiyle adama yaklaştı. Mermi alnının sağ saç çizgisine yakın bir yere girmişti. Kurşun teğet geçtiği bölgede doku fazla olmadığından kafanın sağ üstünden geri çıkmıştı. Kafadan yayılan kanlar yavaş yavaş beyaz fayanslara yayılmaya başlamıştı. Adamın kocaman açılmış gözleri kendisine dehşet dolu bakıyordu. Adam titreyince Cemre'nin dikkati dağıldı. Boğazından hırıltılar geliyordu. Hevesle gülümsedi. Adam henüz ölmemişti can çekişiyordu. Ona destek olmak için ruhunu teslim edene kadar yanında bekleyecekti. Bu arada yere fırlayan telefonu tamamen unutmuştu. Telefondakinin sesi duvarlarda yankılanıyordu.
"Kazım! Kazım?"
Kazım şu an seni dinleyecek durumda değil kafasını boşaltıyor demek isterdi ama o kadar da tedbiri elden bırakamazdı. Herhangi birinin masum birine karşı şiddet ya da cinayetine bahane bulan hücrelerinin dinlenmeye geçtiğini sonra da göçeceğini umuyordu. Acaba parmak izi bırakmamaya dikkat ederek evi karıştırsa cinayet silahını da İsmail'in eline tutuştursa cinayet süsü vermiş olur muydu. Kazım gebermek üzereydi. Yerler resmen tablo olmuştu. Son dokunuşlar için küçük bir çaba gerekiyordu. İki şerefsizin ölümü bir şerefsizden daha tatmin edici olmuştu.



KİMLİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin