[ Bölüm Yirmi Sekiz: Paha Biçilmez ]

Start from the beginning
                                    

"Bu kadar lamba olduğu halde hala karanlık," diye homurdanmadan edemedim.

"Aydınlık olsaydı tablolar belli olmazdı," diye açıklık getirdi. "Bunlar sanırsam neon akrilik boyalarla yapılmış. Bu yüzden en iyi mavi-mor ışıkta belli olurlar."

"Anladım, fakat kimseyi seçemiyor..."

Omzuma bir kolun geçirilmesi ile sözlerim yarıda kesildi. "Maviş!" diye cırlayan kişinin kim olduğunu tahmin etmekte hiç zorluk çekmedim.

"Erdinç," diyerek kolunu omzumdan çektim ve ona doğru döndüm.

"Bu kadar çabuk geleceğini tahmin etmiyordum, açıkçası senin için endişelendim. Fakat Giray Abi'yi bulabildiğine sevindim, kendisi buraları bilir nasıl olsa," diye Ela Göz'e ve bana kısaca bir gülümseme gönderdi.

"Ben de onu şeyden tanıyor..." diye cümleye başlamıştım ki, Ela Göz, yani Giray, bu sefer sözümü kesti.

"Ecrin'le ben önceden tanışıyoruz. O yüzden içeri girmesinde yardımcı oldum," dedi.

Yüzüne düşen mor ışıkla, "Nereden tanışıyorsunuz siz?" diye kafa karışıklığı içerisinde sordu Erdinç.

"Net hatırlamıyorum," diye umursamaz bir şekilde yalan söyledi Ela Göz. "Siz nereden tanışıyorsunuz hem?" diye sordu ardından.

"Karışık mesele..." diye ileri geri sallandı Erdinç ve beni yeniden yanına çekti. "Şimdilik bu tıfılı kısa süreliğine kaçırmam gerek. Giray Abi bak, yaptıkların için çok teşekkür ederim. Senden iyisi yok."

Ela Göz belli belirsiz "Rica ederim," dese bile sesi kısık çıkmış, Erdinç ve benim aceleci tavırlarım onun kaşlarını çatmasına sebep olurken, benim de aklıma birçok şey serpiştirmişti ve bunlardan biri de, Erdinç'in Ela Göz'ün polis olduğunu bilmiyor olduğu ve bunun yanında Ela Göz'ün mesleğini sakladığıydı.

Burada ters bir şeyler dönüyordu, ama biri açıklık getirmediği sürece anlamak, sanırım mümkün olmayacaktı.

Ela Göz'den uzaklaşırken, "Şu puştu hiç sevmiyorum, yemin ederim," diye söylendi Erdinç. "Her zaman sessiz, her zaman mesafeli, her zaman bir şeyler saklıyor. Kesinlikle başımıza bir iş açacak, gerçi kimse bana inanmıyor."

"Savunmak gibi olmasın ama bir kötülüğünü görmedim," dedim.

"Umurumda değil," diye sinirlendi. "O, Ferhat Abi'ye çok güveniyor, ama bir bakarsın bir gün yerde dişlerini sayıyor olur."

Bir süre daha küfürlere devam ettikten sonra, bakışlarını yumuşatıp yürümesine bir son vererek beni durdu ve uyuşuk ses tonunu geri kazanarak, "Ama bunlar önemsiz şeyler," dedi. "Kafana takmana bile gerek yok, çünkü bir sonraki Şenlik'e gelmeyeceksin. Anlayacağın, bu ilk ve son olacak. Giray gereksizi ile canın sıkılmasın."

"Pekâlâ, o zaman Doğu'nun babasını bana gösterecek misin?" diye konuya atladım. "Peki ya, Amas'ın nerede olduğunu sormamda bir sakınca var mı?"

"Arkadaşından söz ediyorsun herhalde. Eğer oysa o, şu anlık güvenli ellerde. O yüzden birkaç saatliğine onu aklından at, olur mu? Yoksa gerçekten hiçbir şeye odaklanamazsın ve bu herkesi endişeye sürükler. Lütfen, bu konu hakkında düşünme," diye yalvarır bir tonda konuştu.

"Ama onun iyi olup olmadığından emin olmam gerek," diye direttim.

"Görmene gerek yok," diye reddetti. "Yalnızca kendine onun iyi olduğunu söylemen yeterli. Hadi maviş, itiraz istemiyorum. Şu Doğu'nun babasını da bana bırak."

Erdinç ile bir satranç oynuyor olsaydım, kaç kere şah-mat edildiğimi, köşeye sıkıştırılıp savunmasız kaldığımı saymaya çalışmaz, masadan kalkıp giderdim, fakat öyle bir şansım yoktu. İçinde sürüklendiğim oyun devam ediyordu ve Erdinç'in kazanmasını istemesem dahi onu takip etmekten de geri duramıyordum.

NOKSAN | ✓Where stories live. Discover now