18. Bölüm - İpucu

Start from the beginning
                                    

Hayır. Yanında olsaydı yapacağı son şey bile olmazdı bağırıp çağırmak. Bunu yapamayacağını Zümrüt de biliyordu. Ne olursa olsun yanında olacağını, ardından gideceğini, yanlışlarını düzelteceğini biliyordu.

Yine aynı şeyi mi düşünmüştü?

Yapmasını umduğu bir şey var mıydı? Yoksa palas pandıras mı gitmişti gerçekten o heriflerin yanına? Hayır, diye geçirdi içinden. Böyle pervasızca hareket etmiş olamazdı.

"Yağız!" Berk bir rüyadan uyanmış gibi kendisine bakan Yağız'a sinirli bir bakış attı. Öyle boş, öyle anlamsız bakıyordu ki suratına bir tane patlatma isteği doğuruyordu içinde. "Telefonun çalıyor."

Yağız masanın üzerinde öylece duran telefonu eline aldı ve ekranda yazan isme baktı. Okuduğu anda kendisini çepeçevre sarmış olan boşluk hissi yok olmuş, kısa bir süreliğine de olsa eski haline geri dönmüştü. Telefonu cevaplandırırken masadakilerin bakışları kendisine kilitlenmişti. "Alo?"

"Alo, Yağız? Neredesin?"

"Bir kafedeyiz." Bu cümleyi sarf ettiği anda içi büsbütün kızgınlığa boyandı. Zümrüt orada kim bilir ne haldeydi ve kendisi burada, bir kafede oturuyordu. Rezil herifin tekisin. "Bir gelişme mi var?*"

"Vedat Bey burada," dedi Mehmet Bey. "Bir gelişme yok. Son durum hakkında bilgi vermek ve konuşmak için gelmiş." Kısa bir duraksamanın ardından devam etti: "Siz de gelseniz iyi olur."

Berk, Yağız telefonu kapatıp kendisine baktığı anda durumu anlamış, bir elini havaya kaldırmıştı hesabı istemek için. "Hadi bakalım," dedi, derin bir nefes verirken, "gidiyoruz."

Salonun kapısından içeri girdikleri anda Mehmet Bey'i ayakta, bir o yana bir bu yana yürür, Vedat Bey'i de tekli koltukta oturmuş Mehmet Bey'i izler halde bulmuştular.

Mehmet Bey olduğu yerde durmuş, kapının önünde dikilen gençlere bakmıştı. Her biri ayrı bitap haldeydi; saçları birbirine dolanmış, gözaltları patlamış, omuzları düşük. Ellerinden birini pantolonunun cebinden çıkarıp koltuklara doğrulturken aynı umutsuzluğa kapılmamayı diledi, içten içe. Hoş, kapılması imkânsızdı lakin yarın neler olacağını kimse bilemezdi.

Onlar otururken kendisi yine yerinde duramamış, ileri geri adımlamaya başlamıştı. İçinde bir yerlerde kilit altında tuttuğu, etini parçalayan, dışarı çıkmak adına yanıp tutuşan bir deli vardı. O deli ki serbest kalsa anında arabasına atlayıp şehrin altını üstüne getirecekti, Zümrüt'ü sağ salim eve getirebilmek adına. O deli ki şu anda karşısında oturan adamın yakasına yapışıp ellerinden geleni yapmalarını, aksi takdirde bu dünyayı onlara dar edeceğini haykıracaktı.

Sakin olmak zorundaydı, sabretmek zorundaydı.

"Evet," dedi Yağız. Sessizlik canını sıkmış, içini bunaltmıştı. Birileri konuşsun, birileri bir şey söylesin istiyordu. "Bize anlatacaklarınız varmış sanırım," dedi Vedat Bey'e hitaben.

Vedat Bey oturduğu yerde doğruldu ve sırtını koltuğa dayadı. Mehmet Bey de karşısındaki geniş koltuğa kurulmuş, gözlerini üzerine dikmişti. Yağızlara da ikinci kez anlatmamak adına onları beklemeyi önermişti Vedat Bey. Mehmet Bey'in yavaş yavaş sabrı taşmak üzereydi anlaşılan. "Öncelikle Selçukoğullarının davasına daha önce bakmış olan bir arkadaşımla görüştüm. Ağzından laf almam pek kolay olmadı, anlayacağınız normal bir dosyası yok bu ailenin. Her ne kadar öyle gözükse de."

"Nasıl yani?" Mısra kendisine yönelen bakışları umursamadı. "Normal bir dosyaları yok ama yine de yakalanamıyorlar."

"Bazen deliller yetersiz gelir, karşınızdaki suçlu da olsa onu suçlayacak hiçbir kanıtınız olmaz. Olsa da işe yaramaz." Vedat Bey boşluğa bakarak konuştuktan sonra Mısra'nın gözlerinin içine kenetlemişti bakışlarını. "Fakat siz yine de bir şeylerin yanlış olduğunu bilirsiniz."

ZOR KADIN : DÜĞÜMWhere stories live. Discover now