16. ''Şans'' ☼

Start from the beginning
                                    

 Mark'ın vücudu kıvrak hareketlerle yavaş yavaş yükseliyordu. Adaylar nefesini tutmuş onu takip ediyorlardı, sanki umurlarında olan uyguladığı taktikler değil de oradan düşüp düşmeyeceğiydi. Melanie'nin bu yönde bir sorunu yoktu. Anı yaşamayı amaçlayan biri olarak yükseklik onu korkutmuyordu.  

 Öğrendiğinden beri hatırlamamaya çalıştığı tuhaf durumun günyüzüne çıkmaya başladığını hissediyordu. Düşünce bulutunu ötelemeye, elleriyle itmeye, patlatmaya çalıştı. Denedikçe daha da büyüyor ve zihnini işgal ediyordu sanki. Pekala, başka çaresi yoktu. 

 Hanna'yla aynı baskın özelliğe sahip olduğunu düşünmek, kendini süslü giysiler ve şekerli parfüm kokusu içinde dudaklarını alayla büzerken hayal etmesine sebep oluyordu. Bu saçmalıktı. Melanie başka, Hanna başka biriydi ve tonlarca farklı yönleri vardı. Nefret duygusunun içini kaplamasına izin vermeyecekti. Onun yerine, ona hayranlık duymayı, hatta acımayı bile deneyebilirdi. O kıza karşı besleyeceği çeşit çeşit duygu vardı ve aralarından en tehlikeli ve gereksiz olan nefret bunlardan biri değildi. Olmamalıydı. 

 Neden gururlanmıyordu ki? Hanna başardıysa o da yapabilirdi. Bundan kendine bir avuntu, bir pay çıkarabilirdi. Bu fikir aklına iyice yattı, vasatlık kelimesi altında ezildiği şu anda, kesinlikle ihtiyacı vardı. Hem, bu doğruydu. Hanna hırslıydı, kazanmıştı. Melanie de öyleydi, kazanabilirdi. Belki de sahip oldukları pes etmeme içgüdüsüydü onları eşsiz kılan ve Melanie'yi galip yapacak. Hanna'ya karşı ufak bir sempati beslemeye başladığını söyleyebilirdi. Onun fikirlerini almak, yaşadıkları konusunda yardımcı olmak, dertleşmek yerine ondan iğrenerek bir sonuca varamazdı. Dışarıdan bakıldığında kendisi de mükemmel biri değildi ki? Belki farkında olmadan bazı huyları insanların onunla konuşmak istemesine sebep oluyordu, bunu bilemezdi. 

 Benliğine kazandırdığı bu yepyeni bakış açısıyla modu yerine gelmişti. Demek tek yapması gereken kalbini körelten nefret duygusunu atmaktı.

 Mark'ın işi bitti ve sıranın başındaki kişi -Melanie kim olduğuna bakamayacak kadar düşünceliydi- şansını denemek üzere sarmaşıkların yanına gitti. Mel başını kaldırıp rakibinin cılız cüssesini inceledi. Bu Ernest'ti. Zekice konuşması yüzünden insanlar tarafından yargılanan çocuk. Ondan beklenmeyecek bir cesaretle ilk olarak tırmanmak için gönüllü olmuştu. 

 Zayıf olmasının ona avantaj kazandıracağını tahmin ediyordu. Bedenini kolayca taşıyıp komut verebilirdi. Bir süre sonra adayları izlemekten sıkıldı ve gözlerini bir boşluğa dikerek sırasını bekledi. Kendine güvense de heyecanını yenemiyordu. Başka şeyler düşünmeye çalıştı. Bir hayvanı, bir insanı, bir yeri... Kafaya çok takarsa kötü performans sergileyeceğinden endişeleniyordu. 

 Önünde hiç insan kalmadığında kanı dondu. Tuhaf bir şekilde özgüvenle dolması korkmasına engel değildi ve hiçbir zaman olmayacaktı sanırım. Başını kaldırdığında herkes ondan bir adım bekliyordu. İstediklerini onlara verdi. Ayaklarını sarmaşıklara yönlendirdi ve yanına geldiğinde uzanıp hafifçe çekiştirerek sağlamlığını tarttı. Koyu yeşil bitkinin yüzeyi yumuşaktı, çeşitli pürüzlere sahipti ve birkaç santimde bir yaprak öbekleri bitiyordu. 

  Edward'a bir göz attığında onaylarcasına kafasını sadece Melanie'nin görebileceği bir şekilde salladı. Bakışları keskindi. Melanie onlara binlerce anlam yükleyebilirdi. ''Yap şunu!'' demek ister gibiydi. ''Kendine güven.'' veya hatta ''Göm onları sürtük!''  diyor bile olabilirdi. İstemsizce gülümsedi ve bir ayağını yerden on santim yükseklikteki bir dala koydu. İki eliyle de sarmaşıkları sıkıca tutuyordu. Pürüzler avuçlarını gıdıklıyordu. Şuan çok ciddi ve ne yaptığını biliyor gibi göründüğüne emindi. Zaman.. Önemli olan zamanı doğru kullanmaktı. Hızlandı. Kısa sürede yerden metrelerce yükseklikteydi. Burnuna sarmaşıkların arasına serpişmiş mor çiçeklerin hoş kokusu ilişiyordu. Kokuyu içine çekti. İşte bu özgürlüğün kokusuydu. En tepeye çıktığında aşağı bakmak için kendine iki saniyelik zaman tanıdı. Bu fedakarlığı yapabilirdi çünkü çok kısa sürede zirveye ulaştığını biliyordu. Tüm yüzler ona dönüktü. Harika! Tam da beklediği gibi. Birden eli otomatik olarak çiçeklerden birine gitti ve onu kopardı. Bir anı olsun istemişti.

Yeraltı GüneşiWhere stories live. Discover now