[ Bölüm Yirmi Üç: Pembe Dizi ]

Start from the beginning
                                    

Her yönüyle cılız ama sivri bir buzdağına benziyordu Serhat Özkan. Ancak yüzyıllar boyunca yanında duran buz parçaları onunla arkadaş olabilir, onun güvenini kazanabilirdi; ben onlardan biri olmadığıma göre, üç beş cümleden oluşturduğum derme çatma kayığımın parçalara ayrılması an meselesiydi. Çünkü doğrudan beni hedef aldığı açıktı; beni akıntıya doğru sürüklüyor, belki de oracıkta boğulmamı bekliyordu.

Yeniden yutkunduğumda, "O zaman..." diye geveledim. "Bu onun suçsuz olduğunu göstermez mi? Yani iki sitrin taşı var. Biri Doğu'nun elinde, diğeri ise Sarp'ın cebinde. Eğer Sarp yapmış olsaydı, kendi cebindeki taşı kullanırdı."

"Haklı olabilirsin," diye bakışlarını taşa, daha sonra yeniden bana çevirdi. Eskisinden daha ifadesiz, mimiksiz bir duruma geçmişti; başını her çevirişinde surat hatlarının daha çok gerildiği barizdi.

"Ama bu, en basit açıdan yaklaşıldığında Sarp'ı suçlu durumuna koyuyor," diye duygudan yoksun sesiyle konuştu. "Olası herhangi bir mahkeme durumunda görgü tanığı olarak kürsüye çıkıp her ne kadar Sarp'ın tek bir taşa sahip olduğu konusunda yeminler etsen de, kimse sana inanmaz."

"Mahkeme mi?" dedim. "Onun suçsuz olduğu bu kadar belliyken mahkeme olması anlamsız. Hem kamera kayıtları falan bulunmuyor mu?"

"O sırada elektrikler gitmiş."

Hatırlıyordum; Mehtap'ın annesinin içimi ürperten bakışlarını iki kere göz kırpsam hemen önüme koyabilir, kendimi yine o "089" numaralı odada bulabilirdim. O gerilim dolu anda, kanımın çekildiği ve kendime gelmekte zorluklar çektiğim sırada Doğu'nun bıçaklanması şaşırtıcı olduğu kadar da planlanmış bir harekete benziyordu, fakat bunu dile getirmedim.

Amas, boğazını temizleyip dikkatleri üzerine çekti. "Gerçekten anlamıyorum," diye söylendi. "Olayın nerede geçtiğini söyleyecek misiniz?"

"Kızıl Kargo," diye yanıtladı Serhat Özkan.

"Hala kavrayabilmiş değilim."

"Anlamanı istemiyorum Amas," dedi Serhat Özkan. "Yalnızca Sarp'ı bu işin içinden kurtarmanızı istiyorum."

"Orada ne yaptıklarını bilmiyorum; bu durumda nasıl yardımcı olabileceğimi de göremiyorum. Ecrin'i şehir dışına paketlemeyi mi düşünüyorlardı yoksa?" dedi. Serhat Özkan'ın yanında dahi bana laf kondurmaktan geri durmuyordu.

Adam cevap vermedi ve koltuğuna yaslanarak başını öne eğdi, yeniden elindeki sitrin taşıyla uğraşmaya başladı. Bense kafamdaki binlerce soru ile oturmaya devam ediyor, kaslarımı geren ve içime oyuklar açan stresimi yatıştırmak amacıyla delicesine iplik sökmek, kendimi oyalamak istiyordum.

Gözüm Amas'ın siyah hırkasındaki ipliklere takıldığında ellerimi bileğine doğru yönlendirmiştim, ancak Amas onunla dip dibe olmamdan rahatsız olarak, "Ecrin az yana kay. Nefes alacak yer bırakmadın," diye beni itekledi.

Ona dik dik bakıp hafifçe yanımdaki korumayı işaret ettim. "Cam aç o zaman," diye fısıldadım.

"Yağmur yağacak," diye reddettiğinde diğer elinde tuttuğu peçeteyi cebine tıkıştırdı.

"Ama şimdi yağmıyor."

"Gelecek zaman sana ne anlam ifade ediyor?" diye iç geçirdi.

Benden yana bakmadığı halde ona bakarak konuşmama devam ettim. "Yağdığında kapatırsın."

"Amacın bana işkence çektirmek mi?" diye kızarık gözleri ile bana döndü.

"Nefes almak işkence çekmek anlamına gelmiyor," diyerek burnumdan bir soluk verdim ve arkama yaslandım.

NOKSAN | ✓Where stories live. Discover now