"Ben Mete'nin kuklasıysam, sende Aras'ın kuklasısın. Unutma Hazar, ben bu oyuna senin için girdim. Aklıma bunu koydular ama seni yönlendiren kimse yokken, sen, Aras'ın kuklası olmayı seçtin. Onun istekleri uğruna nelere karıştığının farkında değilsin. Yerinde olsam... Kaçabildiğim kadar uzağa kaçar, bir daha arkama bakmazdım," dedi.

"Yerimde değilsin ve neden burada, Aras'ın yanında olduğumu bilmiyorsun..." diyerek duraksadım. Herkes Aras'ın benden intikam almak istediğini düşünüyordu aksini kimse bilmiyordu, ben de bildiklerimden pek emin değildim ama burada olmamın tek nedeni Aras'ın istekleri değildi, Mete benden ya da ailemden bir şey istiyordu bu kesindi, beni restorandan almadan önce bundan emin olmamı sağlamıştı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim ve "Ben teklifimi sundum. Kabul edersen..." cümlemin sonu gelmeden Aras'ın sesi kulaklarıma ulaştı. "Gidiyoruz."

Hızlı bir şekilde, "Tekrar arayacağım," dedim ve telefonu kapatarak arabaya döndüm. Bir anda Aras'la burun buruna gelince irkilerek geri çekildim ve "Geliyorum," diye sessizce fısıldadım. Kaşlarını çatarak birkaç saniye yüzümü inceledi ve "Kiminle konuşuyordun?" diye sordu. Gözlerimi gözlerinden kaçırmayarak, "Ulaş'la konuşuyordum," dedim.

Aras bir saniye olsun beklemeden, "Herkesi yalanlarına inandırabiliyor olabilirsin Persephone... Ama beni inandıramazsın," gece siyahı gözleri, gözlerimi kendine esir ederken devam etti konuşmaya: "Ben yalan söyleyebileceğin son kişiyim."

Bir adım daha geriye atarak Aras'tan uzaklaştığımda kaşlarımı çatarak, "Sana yalan söylemedim," diye mırıldandım kayıtsızca. Aras belli belirsiz bir gülüşle, "Arabaya bin küçük yalancı," dedi ve bana sırtını dönerek sürücü kapısına doğru ilerlemeye başladı. İlk önce Aras'ın benden birkaç adım uzaklaşmasını bekledim ve birkaç saniyeliğine de olsa ilk defa Aras'ı baştan aşağıya sadece onu anlamak için süzdüm. Hareketleri, geniş adımları, ellerini pantolonun cebinden çıkartmayışı... Rahattı. Birkaç saat önce Mete'yi elinden kaçırmış birine göre fazlasıyla rahattı.

Ön koltuğun kapısını açmak için yan döndüğünde omuzunun üstünden bana baktı ve "Sabaha kadar seni bekleyemem," dedi sıkılmış bir halde. Telefonda konuştuğu kişi ona hiç güzel haberler vermemiş olsa gerek rahat adımlarına rağmen gergin bir ruh haline bürünmüştü.

"Öyleyse git," diyerek omuz silktim ve gözlerimi Aras'ın gözlerine diktim. Aras arabanın kolundaki elini çekerek kollarını göğsünde birleştirip sol kolunu arabaya yaslayarak bana bakmaya başladığında, belli belirsiz bir gülümseme yüzüme yerleşmişti. Bu hareketine karşın, "Tabii, bekleyemezdin," dediğimde kaşlarını kaldırıp, "Senin için değil, ceketim için bekliyorum," dediğinde yüzümdeki gülümseyiş yerini büyük bir afallamaya bırakmış öylece Aras'a bakmıştım. Geniş bir sırıtışla doğrulduğunda kaşlarım iyice çatılmıştı.

"Ciddi misin sen?" diye sorduğumda başını sallayarak genişçe sırıtmaya devam etti ve aramızdaki boşluğu kapatır kapatmaz üstümdeki ceketini tek hamleyle çekip aldı ve beni incecik kazak ve deri etekle bıraktı.

Soğuk hızla bedenime işlerken şaşkınlıkla Aras'a bakmaya devam ediyordum. "Şimdi burada istediğini yapabilirsin," diyerek arkasını dönüp arabasına yürümeye başladı ve ardına bakmadan koltuğuna yerleşerek arabayı çalıştırdı. Motorun sesiyle kendime geldiğimde kollarımı birbirine dolayarak sinirle arabanın ardından bakmaya devam ettim.

Hızla ceplerimi yokladığımda telefonun Aras'ın cebinde kaldığını fark etmemle gözlerim irileşmiş ve benden hızla uzaklaşmakta olan arabanın peşinden koşmaya başlamıştım. Ben koştukça hızlanan araba her geçen saniye sinirlerimi gerse de koşmayı bırakmıyordum. O telefonu Aras'a bırakırsam Kûra'yla konuştuğumu anlardı.

YERALTIМесто, где живут истории. Откройте их для себя