Islık gibi ağlamak - 22

Magsimula sa umpisa
                                    

Uzayıp giden dakikalar sonunda kapı yeniden açıldı. Başımı kaldırıp içeri giren adamın bulanıklaşan yüzüne baktım. Üzerinde siyah dar bir tişört ve askeri bir pantolon vardı. Uzun çizmeleri dizlerine dek çıkıyordu, her adımı güven ve alayla doluydu. Yaklaştı ve bana fütursuzca bakarak masaya dayandı. Gözlerimi kaçırdım.

"Mavi." dedi, daha önceden tanışıyormuşuz gibi rahat bir edayla. Boğazımı temizlediysem de cevap vermedim.

"Hakkında neredeyse tek bir güvenilir bilgi yok." dedi. Kağıtlar karıştırılırken çıkacak türden hışırtılar duyuldu. "Soy ismin dahil tek bir bilgi bile." diye vurguladı. 

"Seninle konuşurken başını kaldır." diye ekledi, sert bir sesle. Güçlükle de olsa başımı kaldırıp adama baktım. Gür sakalları ve çatık kaşlarıyla ürkütücü görünüyordu.

"Sorgulanmak için buradasın. Sorduğum sorulara lafı dolaştırmadan cevap vereceksin. Yalan söylersen zararına olur."

Masaya siyah küçük bir kutuyu sertçe bıraktı ve kutunun üzerindeki kırmızı bir düğmeye bastı.

Sana sistemdeki hatadan bahsetmiştim. Ekibe bunu neden bildirmedin?

Çünkü umrumda değil. Sizin aksinize, bir ülkeyi patlatmaya hevesli değilim. Engellemek elimde olsa inan bana yapardım.

Uğultulu ve cızırtılı sesler kesildiğinde, sesimin kaydedildiğini daha önceden tahmin etmiş olmama rağmen dehşete uğramıştım. Yüz ifademi kontrollü ve düz tutmak için insan üstü bir çaba sarf etmem gerekti.

"Bu sesin sana ait olduğunu kabul ediyor musun?"

Dudaklarımı ısırıp cevap vermediğimde masaya sertçe vurdu ve soruyu tekrarladı.

"Evet." dedim kısık sesle. Kurumuş dilim ağzımda güçlükle hareket etmişti.

"Projeyi engellemek adına herhangi bir eylemde bulundun mu?"

Başımı iki yana salladım.

"Doğru düzgün cevap ver." diye tısladı.

"Hayır." dedim, yine kısık sesle. "Bulunmadım."

Güldü ve bu gülüş bende uyuşturucu etkisi yaptı. Başımın belada olduğuna neredeyse emindim. Söylediklerimin bir önemi yok, diye haykırdı içimdeki ses. Bu işin sonu hapiste bitecek.

Masanın üzerine fırlatılan fotoğrafların çarpma sesini duydum. Sandalyeye yaslandığımdan fotoğrafların içeriklerini göremiyordum. Adam fotoğrafları öne itti ve bakmamı işaret etti. 

Kelepçeli ellerimle fotoğrafları tutup yüzüme yaklaştırdım ve bulanık görüşümle inceledim. 

Duygularım ilgisizlikten şaşkınlığa, şaşkınlıktan dehşete ve dehşetten de katıksız bir korkuya dönüştü. 

İlk karede Neil ve benim Tahn Gölü yakınlarında arabadan çıkarken çekilmiş bir fotoğrafımız vardı. Ben gülüyordum ve Neil bana fotoğraf karesinde görünmeyen uzak bir yeri işaret ediyordu. Bir diğerinde sirkteki kalabalığın içinde yürüyorduk. Bana kolunu dolamıştı. Son fotoğraf ise meclis yemeğinde tanımadığım insanlarla tokalaşırken çekilmişti. Lokantayı çevreleyen camekanları hatırlar gibi oldum. Dışarıda biri vardı. Attığım her adımı takip eden biri vardı. Aptallığımın boyutları gözlerimin önüne serilirken artık yüz ifadem kontrolümden çıkmıştı. Dudaklarım titriyor, yüzümde bir kas seğiriyordu. 

"Neil Hempstock." dedi adam, alaylı bir sesle. "Senin de muhtemelen bildiğin üzere bir Hirona deniz subayı. Bu adamla nasıl bir tanışıklığınız olduğunu sorabilir miyim?"

Su CinleriTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon