34. Bölüm: Güçsüz Ruhlar Sergisi

Start from the beginning
                                    


Yavaşça kalktım. Ve maketimi aldım. Açıkçası dünya hafifleşmiş ve bulanık gibiydi. Bedenim artık farkındalığını yitirmiş gibiydi. Tek kelime etmeden kafeteryadan çıktım ve sunum sınıfına gittim. Herkes buradaydı.

Çantalarımı ve maketimi sınıfa koydum. Sessizce sırama oturdum. "Saçın dağılmış." Dedi bulanık bir ses. Ona baktım. Yüzü bulanıktı. Kim konuşuyordu? Ardından iki et parçası saçıma uzandı. Tekrar topladım. Hocalar toplanmıştı. Herkes yerlerine oturdu. "İlk sunum yapmak isteyen?" Elimi kaldırdım.


Biran önce buradan gitmek istiyordum.


Sunum bittiğinde maket elimde, çantalar kolumda, sınıfın dışındaydım. Yaptığım en kötü sunumdu. Ya da bir sunum yapmış mıydım. Bu bedenin dudaklarından dökülen sözcükler neye yönelikti?

Ne demiştim o bulanık cisimlerin önünde? Hatırlayamıyorum. Yavaşça ilerlemeye başladım. Kızlar tuvaletinin önünde durdum. Maketi ve çantaları yere koydum, ardından içeriye girdim. İçerisi boştu. Ferah kokuyordu. Yeni temizlenmişti anlaşılan.


Musluğu açtım. Soğuk su parmaklarımdan kayıyordu. Bense koca açılmış boş ve odaklanmış gözlerle suyu seyrediyordum. Çardaktaki gün aklıma geldi, bakışları... Ne kadar büyümüştü. Bakışları değişmemiş ama diğer fiziksel özellikleri değişmiş.

Hafif güldüm. Fakat bu bedenim de mi güldü, yoksa gülen sadece ruhum muydu? Bilemiyorum. Sesi, sesi ne kadar farklıydı. İyi bir farklılık. Beni bulacağını söylemişti ve bulmuştu. Hayatımda hiç böyle bir an yaşamamıştım. Hiç bu kadar benimsenmemiştim.

Yani, buna ne demem gerektiğini bile bilmiyordum? İçimde taşan bir duygu vardı fakat adlandıramıyordum.


O an ona inanmamıştım, oysa o bunun üzerine yaşamış. Ve beni bulmuştu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Hani artık istesem de ağlayamıyordum? Alnımı musluğa dayadım. Bu farklıydı. Üzgün değildim. Hayır, kesinlikle değildim. Sanki utanmış gibiydim. Heyecanlı, meraklı.

Sonrasında neler olacağını merak ediyordum. Ama dayanamayacak gibiydim de. Aklıma Elizabeth'in sözleri geldi. Bazen küçük gelişmeler, olacak büyük gelişmeye hazırlık içindir. Ben bunu hayal bile edemezdim. Bu gelişme değil di ki, bu çığır açmaktı! Kafam çok karışıktı. Yüzümü su ile yıkadım.


Kapı açılınca, korkudan yerimde sıçradım. Poyraz diyeceğini yuttu, bana bakan kaşları çatıldı. "Neden ağlıyorsun?" "Burası kızlar tuvaleti!" "Kızlar tuvaleti, senin için bu kadar duygusal bir konuysa tamam." Bana bir peçete uzattı. "Neden ağlıyorsun?"

Keskin gözleri biraz olsun yumuşamıştı. Kafasını hafif eğmiş kaşlarının altından merhametle bana bakıyordu. Peçeteyi aldım. "Ben, söylemek istemiyorum." Biraz durdu. "Sunumun ile mi alakalı?" Gözlerini yumdu, dişlerini sıktı. "Sunumdan önce moralini bozdum ve kötü sunum yaptın!"


Bana tekrar baktı. "Ne yapmam gerekiyor? Hocalarınla konuşabilirim? Ne dilersen?" "Sen burada ne yapıyorsun?" Yine ona cevap vermememden dolayı morali bozulmuştu. Hafif çene seğirmesinden görebiliyordum.

Fakat beni, benim ona yaptığım gibi görmezden gelmeyecekti anlaşılan. "Seni arıyordum. Sonra canım pahasına korumam gereken maketi, savunmasız halde dışarıda gördüm. Hala korumam gerekiyor mu emin olamadığımdan tuvalete girdim." Peçeteyi gözlerime bastırdım.


"Ve son bir şey." Yavaşça ona baktım. Elleri boynuna uzandı, kolyeyi yavaşça çıkarttı. "Sana vereceğime söz vermiştim." Dedi bir iki adım yaklaştı ve tam önümde durdu. Elleri boynuma uzandı. "Böylece görevim sona ermiş oldu." Dedi dalgın derin bir sesle.

Boynuma taktı ardından elleri iki yana düştü. "Böylece çok sevdiğin kolyen yine sende. Beş senelik söz burada bitiyor."


Dudaklarını sıkarak gülümsedi. Boğazım düğümlendiğinden yine tek kelime edemedim. Benden cevap alamayacağını anlayınca gözleri doldu. Fakat gülümsemesini bozmadı ve yavaşça arkasına dönüp gitti.

Paltosu arkasından dalgalandı. Yaşadığı hayal kırıklığını tahmin edebiliyordum. Ama kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Bir heykelmişçesine dikiliyordum. Daha önce hiçbir insanı bırak, hangi insan diğeri için bunu yapardı? Ve onca emeğe rağmen karşısındakinden tek bir kelime dahi almamasına rağmen ifadesini bozmazdı?


Arkasından bakarken bir kez daha hayran oldum. Çocukluğumuzdaki kadar asil ve farklıydı. Ne kadar zaman orada, arkasından bakarken dikili bir heykel gibi kalmıştım, bilmiyorum. Tuvaletten çıktığımda kendimi güvenli alanımın dışında hissediyordum.

Maketi ve çantalarımı alıp hızla dışarıya koştum. Dışarısının soğuk ve fırtınalı rüzgarı, içime işlerken yüzüme tokat atıyordu sanki. Bedenim üşüyordu fakat içim soğumuyordu. Güvenli bir alana gitmek zorundaydım. Maketi bir çöpün içine fırlattım ve otoparka koşmaya devam ettim. Arabama bindiğimde alnımı direksiyona dayadım.


Korkuyor muydum?


Ama neyden?


Düşüncelerimi toparlamam gerekiyordu. Arabanın içi buz gibiydi. Titrerken klimayı ve koltuk ısıtıcısını açtım. Çantaları yana koydum. Arabanın ön camı tekrar buzlanmıştı. Isıtıcılar orayı eritirken alnımı, ısınmaya başlayan direksiyona dayadım. Kaç dakika geçtiğini bilmiyordum? Kafamı kaldırdığımda arabadaki buz tamamen çözülmüştü. Yavaşça karların içerisinden çıkarak eve gittim.


Kapıyı Elizabeth açmıştı. "Hoş geldin." Ona bir şey demedim, yüzüm kasılmıştı. Neden benimle muhatap oluyordu? Tuvalete girip kapıyı kilitledim. Kapağına oturup kafamı kollarımın arasına alırken düşünmeye başladım. Titriyordum. Kapım tıklandı. Ve beni takip eden biri olduğunu anlayınca yüreğim korkudan bedenimden ayrılmak istedi. "Her şey yolunda mı? Herhangi bir şeye ihtiyacın var mı?" "Hayır." Dedim boğuk bir sesle.


Sadece git.


Sadece git.


Sadece git.


"Bağırsak problemleri."


"Ah, sana çay yapayım."




Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Where stories live. Discover now