14. BÖLÜM - GÖZDEN KAÇAN DETAYLAR

Começar do início
                                    

Konduğu daldan arkasını döndü ve ağaçtan atladı. Geniş omuzlarının üzerinden bana baktı ve sırıttı. "Bana da Kutsal Gökyüzü'nün Elçisi diyorlardı ama sıradan bir Ay Prensesi istediği zaman karşıma dikilebiliyor." Bana doğru dönüp omuz silkti. "Hayat..." diye mırıldandı. "Bazen dengeler alt üst olabiliyor."

Hayır, beni sinirlendirmesine izin vermeyecektim. Ruhumu yatıştırmak için saatler harcadıktan sonra buna izin veremezdim.

"Senin alt üst olmasına yardımcı olduğu dengeler," dedim sinir bozucu bir gülümsemeyle. Afallamasını ya da ona benzer bir tepki vermesini bekliyordum ancak hiçbiri olmadı. Yalnızca gülümsedi ve bana doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan da etrafı inceliyordu.

Vadi gibi bir yerdeydik. Etrafımız dağlarla çevriliydi. Ancak onun tünediği ağaç dışında hiç ağaç ya da bitki yoktu. Toprak ise çıplak ayaklarımı yakan kum ve dondurucu karla karışık bir şeydi. Ama topraktaki beyazlıklar dışında hiçbir yerde kar yoktu, hatta her yer kavurucu bir sıcağa maruz kalmış gibiydi. Rüyalar aleminde olduğumuz için bu pek de şaşılacak bir detay değildi tabi. Tepemizde yakıcı olduğu her halinden belli Güneş vardı ancak ne Güneş yakıyordu tenimi ne de Yıldızlar parıldamayı kesiyordu. Güneş vardı ancak hava gecenin karanlığına bulanmıştı. Yine de bulutsuz bir yaz günü gibi aydınlıktı her taraf.

Elçi, sonunda yanıma vardığında midemde bir karıncalanma hissettim. Bu his midemden çıkıp bütün bedenime yayılınca kaskatı kesildim. Gözlerim vücudumun bu beklenmedik tepkisiyle irileşti. Parmağımı dahi oynatamayacak kıvama gelince içim korkuyla dolup taştı. Onu defalarca görmüştüm ama daha önce hiç böyle olmamıştı. Gözlerimi içinde galaksiler barındıran gözlerine diktiğimde hiçbir sorunu fark etmemiş gibi yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve parmakları temine değince aniden çözüldüm. İstemsizce birkaç adım geriye gittim ve korkuyla sıklaşan nefesimi düzeltmeye çalışınca ayaklarımın dibinde aniden oluşan minik göletteki yansımama baktım. Kulağıma küçük, beyaz bir gül ve bir de nergis çiçeği iliştirmişti. Hışımla ona döndüğümde ise tek kaşını kaldırmış, bilmiş bilmiş bana bakıyordu.

Pislik.

Hala benden daha güçlü olduğunu söylüyordu.

Ve ona kafa tutmaya devam edersem bunun yalnızca başlangıç olduğunu. Peki. Kimin umurunda?

Senin umurunda olmalı, Dia.

"Söylesene, Gökyüzü'nün Ruhu senin o hain krallara yardım ettiğini biliyor mu?" diye pençelerimi çıkardım. Ancak yine yanıldım. Tek yaptığı kollarını göğsünde birleştirmekti.

"O her şeyi biliyor. Gökyüzü'nün Ruhu senin, benim gibi fiziksel aleme sığmaz. O her yerdedir ve her şeydir." Aramızdaki mesafeyi kapatmak için küçük bir adım attı. "Bazen denge," bir adım daha. "Bazen ihanet," bir adım daha. "Bazen de saf aşk." Burnumun dibine kadar eğildiğinde geriye çekilmemek için bütün dirayetimi ortaya koyuyordum. O ise sırıtıyordu.

Yüzümde oluşan ifade onu tatmin etmiş olacak ki dikleşti ve omurgasını esnetmeye başlayarak şöyle bir etrafımda dolandı. "Beni çağırma sebebin nedir?" dedi az önceki halinin tam tersine, otoriter bir tonda.

Bu adamın ani duygu geçişleri beni öldürüyor yahu!

Pes ederek iç çektim. Ara sıra teslim olmak kaçınılmaz oluyordu ve bundan nefret ediyordum.

"Yardımın gerek," dedim.

Bilmiş bir edayla genzinden güldü. "Benim mi?"

Yok benim.

Şşş, sakin.

"Evet senin," diye ağzımda geveledim.

"Ben kimim ki Kutsal Gökyüzü Tanrıçasına yardım edeyim?" dedi ve yeniden karşımda dikildi.

Gökyüzü'nün İçinde - 2Onde histórias criam vida. Descubra agora