17. PİŞMANLIKLAR ve ZARARLAR

Começar do início
                                    

Eve geldiğimizden beri o lanetli günü hiç konuşmamıştık. Mirza belki de çekindiğinden konuyu açamıyordu bense... Bense biraz bundan kaçıyordum çünkü sinirlenip bana vurması an meselesiydi.

“Bugün sanırım işe gideceğim.” dedi ilaçlarını içtikten sonra. Ellerini masaya dayayıp yavaş bir şekilde ayağa kalktı.

“Ama iyileşmedin ki tamamen.” yanına yaklaşıp kolunu tutarken yüzüne baktım. “Biraz daha bekle, en azından ayağa rahat kalkmaya başladığında gidersin işe. Agâh Bey sana bir şey demeyecektir.”

Mirza yüzüme acı çekiyormuş gibi bakarken bir yandan da bana karşı bir duvar örüyordu. Pişmanlığı onu altında eziyordu ve Mirza susmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu.

“Demeyecek biliyorum ama oturmaktan o kadar sıkıldım ki. Bana kansermişim gibi muamele yapmanız da canımı sıkmaya başladı. O kazayı sen de yaşadın Elmas, ben iki hafta sonra uyanmama rağmen yüzündeki yaralar geçmemişti. Sen de yaralandın, sen neden kendini umursamıyorsun?”

Bakışları yüzümde gezindi. Sağ gözümün altında hâlâ bir morluk vardı ve geçmek bilmiyordu. Dudağımın sol üst tarafında küçük bir yırtık oluşmuştu ve dikiş izi gibi duruyordu. Alnımda bir dikiş izim vardı ve Mirza'nın gözleri bütün bu izlerim üstünde, sanki kendi hatası olduğunu biliyor gibi, gördükçe kendini suçluyor gibi gezindi.

“Ben iyileştim çünkü. Kazadan sonra kalkıp ambulansı arayan da, seni arabadan çıkaran da bendim zaten.” omuz silktiğimde Mirza uzanıp kolumu tuttu. Bedenimi bedenine iyice yaslarken gözlerimi babasıyla aynı renk olan karamel rengi gözlerine çevirdim.

Az önceki duvarlar büyümüş, pişmanlık duvarların tepesinde kalan diğer duyguları esiri altına almıştı. Aralıklı ve kuru dudakları arasından derin bir nefes aldığında gözlerim hâlâ beni inceleyebilirsiniz gözlerindeydi. Yutkunduğunda sesi, sessiz mutfakta duyuldu ve benim gözlerim ademelmasına takılıp geri gözlerine çıktı.

Gözlerini kapatıp yüzüme doğru eğilirken dudaklarımı ıslattım. Burnu burnuma sürtündüğünde dışarı sesli bir nefes verip kendimi geri çektim. Kolumu tutan eli boşluğa kaydığında arkamı dönüp masayı toplamaya başladım. “İstemiyorum beni öpmeni, bana yakın temasta bulunmanı ve bana sevgi dolu sözler fısıldamanı. Bunları yaptığının ertesi günü yine kâbuslarımı süsleyen gecelere sürüklenmeme neden oluyorsun. Üstelik beni kâbuslarımdan koruyacağının sözünü vermişken.”

Ona bakmadan bulaşıkları tezgâha aldım, içi boş olanları direkt Mskineye dizip dolu olanları çöpe boşalttıktan sonra makineye dizdim.

Buna hakkı yoktu. Hayatımı mahvedip, beni ve hatta bizi neredeyse ölüme sürükleyip hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Ben gurursuz bir kadın değildim, bana yaptığı her şeyi sineye çekemezdim. Yaptığı basit bir kıskançlık değildi biz ölümden dönmüştük.

Bana şiddet uygulmaya çalışması, kaba dille yanında tutmaya çalışması, kendi istedikleri için bana zarar vermesi... Bunların hiçbiri yenilir yutulur cinsten şeyler değildi. Her defasinda beni kurtardıkları hayata tutsak edileceksem burada kalmamın, bu insanlarla yaşamamın bir anlamı yoktu.

Ben babama tutsaktım ve şimdi Mirza'ya da tutsak olmak istemiyordum. Olamayacaktım da.

Mirza tamamen iyileştikten sonra Dağhan’la bir boşanma davası açacaktık. Mirza kabul etmek zorundaydı çünkü bana bir yaşam borcu vardı. Onu kurtardığım için değildi, onu kurtarmama gibi bir şansım da vardı.

TUTSAK Onde histórias criam vida. Descubra agora