3. Bölüm: 🪐

14 2 10
                                    



Gece gökyüzüne baktığımda, yıldızların ışığı altında kaderimin nasıl şekillendiğini düşünürdüm. Geçmişimin emaresiyle bugünümün bağlantısını kurmaya çalışır, geleceğim için umut tohumları dikerdim kalbime.
Bugünüm kıymetliydi benim için, yaşadığım deneyimlerin ve alacağım kararların etkisi altında kaderimin çizgileri belirginleşiyordu.

Yıldızlar, zamanın ötesinden gelmiş gibi, geçmişten bugüne uzanan bir hikayeyi anlatıyor gibi hissettiriyorlar. Bu düşünceler içinde, kaderimin yıldızlarla nasıl bir uyum içinde olduğunu anlamaya çalışıyorum ve bu bilinmezlikle dolu yolculukta kendi ışığımı bulmayı umuyordum.

Uyuşmuş bedenim ağrılarımla birleşince katlanılmaz bir hâl alıyordu. En son olanlar film şeridi gibi sürekli gözümün önüne geliyordu. Ölmüş müydüm? Hayır seni küçük aptal, ölseydin ağrılarını hissetmezdin.

Gözlerimi ışığa alıştırarak açtım. Nerdeydim? Birbirine giren ağrılarımı umursamadan doğruldum. Sıradan bir orman kulübesindeydim. Peki neden? Büyük ihtimalle bir yabancı bulmuştu beni.
Kapı sesleri gelince yatağa tekrar uzanıp uyuma taklidi yaptım. Evet, biri yaklaşıyordu.
En sonunda odaya geldi. Bu yabancının enerjisi çok yüksekti, hissedebiliyordum.

Şömine olduğunu düşündüğüm kısma doğru ilerledi.
Odunların ve bir kibritin sesini duydum. Sert adımlarından da erkek olduğunu anlamıştım.
Biraz zaman geçtikten sonra bana doğru yaklaştı. Yere düşmüş yorganı düzelterek üzerime örttü. Hâlâ uyuduğumu düşünüyor olmalıydı. Daha benden uzaklaşmamışken hiç beklemediği anda hızlıca ayağa kalkıp arkasına geçtim, ayağımla ayaklarına çelme takarak elimi başına bastırdım ve yatağa kafasını yana çevirip koydum.

"Kimsin sen?" diyerek sarı olduğunu fark ettiğim saçlarına asıldım ve yüzünü kendime döndürdüm. Ani hareketlerim onu bozguna uğratmıştı. Kapattığı gözlerini açtı. Sarı tonlarındaki gözleri bana meydan okurcasına güldü. Altta kalan eliyle başına bastırdığım bileğimi tutup ters çevirdi. Bu sefer afallama sırası bendeydi.
Boşluğuma geldiği için ayaklarımı kenetlediğim bacaklarını bundan yararlanarak kurtardı. Ayağa kalktığında başı yatağa bastırılmış olan kişi bendim.

"Asıl sen kimsin be? Yardım ediyorum sana şu yaptığına bak, ayıptır günahtır." dedi ve beni bıraktı. Acıyan bileğimi ovuştururken bir süre bakıştık. Dayanamayarak,
"Nerdeyim ben şu an Tanrı aşkına? Neresi burası?"

"Aphals Kralığı'nın ormanında, gölde buldum seni. Şanslısın ki o sırada ormanı gözetlemeye çıktmıştım. Yoksa senin gibi bir güzellik ziyan olurdu." Göz kırparak verdiği bu cevabı ona yedirmek istesem de daha önemli sorunlarım vardı.
"Aphals Krallığı neresi? Gölde mi buldun beni?

"Aphals Krallığı bu boyutun çoğunluğunu yöneten krallık. Hiç duymamış mıydın? Ve evet, gölde buldum seni. Umarım intahar etmeye çalışmıyordun ki sanmıyorum. Işık huzmesi görmüştüm, sanırım o sendin."

Anlamaya çalışırken dışarıdan at toynaklarının sesleri gelmeye başladı. Bir grup buraya doğru geliyordu. Endişeyle çevreme kendimi savunabilecek bişey bulabilmek için bakarken Sarışın elini omzuma koydu.
"Stres yapmana gerek yok, bunlar bizim muhafızlarımız. Üstelik ben baş muhafızım. Bana güvenirsen Krallık'a gittiğimizde Akademi'ye yazılmana yardımcı olurum. "

Nereye düşmüştüm ben böyle? Tam cevap verecekken kapı çalındı, Sarışın kapıya doğru ilerledi. Merakla bakarken kapıdan giren muhafız Sarışın'a selam vererek,
"Kara büyüyle buraya gelen birini bulduk efendim, infaz için sizi bekliyorlar."
Bedenimi saran korkuyla Sarışın'a baktım. Ona baktığımı görünce, "Stres yapma diyorum, sen buraya ait olduğun için ışık huzmesiyle birlikte geldin. Bu bulduğumuz kişi başka evrene ait ve buraya girmek için yasaklı kara büyüyü yapmış."
İçimi azda olsa rahatlatmıştı. Sarışın başka bir odaya giyinip kuşanmaya gittiğinde muhafızlar çekingen bir şekilde koltuklara oturdu. Yüzlerini zırhlardan dolayı göremiyordum. Hepsi çok kalıplıydı. Onları incelemeyi bırakıp parmaklarımın kenarlarıyla uğraşmaya başladım.

Sarışın geri geldiğinde diğerleri gibi giyinmişti, sadece kendini daha kalıplıydı ve zırhında yeşil detaylar vardı. Odaya girdiği gibi muhafızlar ayağa kalkıp selam verdi. Hepsi birlikte dışarı çıktılar. Arkalarından bakakaldığımda Sarışın askılıktan alındığı bir paltoyu bana uzattı.

"Sen gelmiyor musun?"
Paltoyu alarak hâlâ üzerimde duran spor kıyafetlerimin üzerine giydim. Arkasından ilerleyip dışarı çıktığımda çevreyi incelemeye çalıştım. Sıradan bir ormandı burası.
Muhafızlar atlarına binmiş, sonraki komutu bekliyordu. Bön bön bakarken Sarışın beni belimden ilerleterek kendi atına doğru yürüdü.
Kendisi bindikten sonra arkasına bindim. İlerlemeye başladığımızda başka bir boyutta olduğuma dair ipucu aradım ama hiç bir farklılık yoktu.

Bir süre sonra atlar yavaşladı. Geldiğimizi anladığımda ellerimi Sarışın'ın sırtından çektim. Bir adamın haykırışları geliyordu kulağıma.
İçim kanadı o an sanki. Kalbime bir ağrı girmişti.

"Bırakın beni, kızımı bulmam lazım! Bırakın dedim!"
Gözlerimden yanaklarıma doğru süzülen yaşlar, muhafızların ellerini tersten tutup yere çöktürdüğü adam için akıyordu. "Kızımı alıp geri gideceğim, ne olur öldürmeyin beni! O bensiz yapamaz burada!" Adam yüzünü kaldırdığında göz göze geldik.

"ASTERİA?!"

"Baba..?"

_____

Daha saçlarının beyaz olduğunu fark etmedi fjfsdjksjd

Giriyoruz olaya yavaş yavaş ya 🌚

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 13 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KAYAN SON YILDIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin