14.BÖLÜM:İntikam Ateşi

37 19 58
                                    

Göz kapaklarımın açılıp odamı biraz görmesiyle bedenimdeki sızıyı hissettim. Gemide geçirdiğim süre boyunca antrenman yapmamış olmamdan kaynaklanıyor olmalıydı ki bedenimde ağrılar olmaya başlamıştı. Dün gece geç uyumam ve ağlamamdan dolayı da başım ağrıyordu. Şiddetli ağrılar olmasa da yine de halsiz hissetmeme sebep oluyorlardı. Saatime baktığımda henüz sabahın beşi olduğunu fark ettim. Bu saatte uyanabilecek sadece aşçılar vardı, onlar dışında herkes uyuyor olmalıydı. Gerçi altıda kahvaltı için toplanmaları gerekiyordu, uyananlar mutlaka olmalıydı.

Yerimden kalkarak dün gece yorgunluktan rastgele üzerime geçirdiğim kıyafetlerimi değiştirdim. Ruhumun kırık parçalarını onların bedenlerinden sökerken parçaları un ufak ettiğimi de fark etmiştim. Ama bu beni durduracak bir sebep değildi. İntikam alınmalıydı ve ruhumun parçaları tuz tanelerine de dönüşse o bedenlerden çıkmalıydı.

Üzerime pastel yeşil renginde, üzerinde gazete yazılarına benzer yazılar bulunan bir tişört ve altıma da siyah bir tayt giydim. Saçlarım zaten bağlı değillerdi ama uzunlukları yüzünden tüm gece ben yatakta döndükçe düğümlenmişlerdi. Bu yüzden tarağı alarak saçlarımı taramaya başladım. Saçlarım taradıkça kopuyor gibi geliyordu. Antrenman yaparken de bana sorun yaratıyor, bağladıkça da kafamda bir ağırlık oluşuyordu. Beni zorladıklarının farkındaydım fakat o cehennemde hayatta tutabildiğim tek şey de onlardı. Bu yüzden onların bakımını umursardım, kopmaları canımı acıtırdı. Gerçek anlamda bir can acısı değil, ruh acısı. Narince kopmamalarına dikkat ederek taradıktan sonra da örmeye başlamıştım. At kuyruğu yapınca başım ağrıyordu ve örgü en rahatıydı. Bu yüzden Cyrus saç örmeyi öğrettiğinden beri saçlarımı örüyordum.

İntikam planlarım buraya gelip dövüş öğrenmeye başladığım zamanlar kafamda oluşmaya başlamıştı ve aylar süren b eklemenin sonunda Cyrus sayesinde intikam planım hızlanmıştı. Başladığım zaman durmamalıydım. Yüreğimdeki intikam ateşi soğumaya başladığında ruhumun parçaları toplanamazdı. İntikam duygusu yavaş yavaş kaybolup giderdi. Artık ruhumun parçalarını toplamayı değil de oralara uymayan parçalar bulup takmaya çalışırdım. Oysa benim kendi parçalarıma ihtiyacım vardı, tek tek toplanması gereken ve sonra da yerlerine konulması gereken parçalar. Dün gece bu pek keyifli olmamıştı ama bu geceki çok keyifli olacaktı.

Diavolos'da geçirdiğim on yedi sene işkenceler üzerinde bana harika bir hayal gücü kazandırdı. Çoğunu bedenimde test ettiler, daha büyüklerini öldürecekleri ama öncesinde keyif almak istedikleri insanlara yaparken izledim. Her zaman da bundan nasıl bir keyif aldıklarını anlamaya çalıştım ve başaramadım. Şimdi bile, çığlıklarından keyif alacağımı söylerken bile onları anlayamıyordum. Şahsi bir meselesi olmayanların acısından zevk alıyordu onlar. Ama ben intikam alıyordum, ruhumun intikamını. Bu keyif intikamın getirdiği bir keyifti. Asla son bulmayacak ve ruhumun parçalarını tamamlayana kadar benim içimdeki öfkeyi atacak şeydi.

Burada görevlendirilmiş kötüleri öldürüyordum, onların bana acı çektirdiklerine emindim. Kimseyi kötü diye öldürmezdim. Buraya gelenler konsey binasında benimle beraber yaşayan üst rütbeli askerlerdi. Hepsinin eli bir kez de olsa bedenime gerek acıtmak için gerek ruhumun parçalarını yok etmek için değmişti. Ve buraya görevlendirilenler de askerler dışında birileri olmazdı, bu tür görevlere yoldan geçen birini yollamazlardı. Hepsi canımı acıtmıştı ve hepsinin de canı yanacaktı.

Yine düşünceler kafamda kol gezerken ve ben saçımın örgüsünü tokamla bağlarken kapı tıklatıldı. Şimay veya Talya kapıyı çalmazlardı, kimin geldiğini tahmin edemeken içeriye Myron girdi. Tahmin etmemin gerçekten de zor, hatta imkânsız olduğu bir kişiydi. Yüzünde gülümsemesiyle yanıma yaklaşıp "Pera, az gülümse. Hadi bakalım kahvaltıya!" dedikten sonra tekrar odamın kapısını kapatarak cevap dahi beklemeden çıktı. Bu davranışı yüzümde gerçekten de bir gülümseme oluşmasına sebep oldu. Myron sempatik biriydi insanları bir şekilde gülümsetebilirdi. Bunu iyi bir özellik olarak değil de insani bir ihtiyaç olarak görürdü çünkü mutlu olmak sadece iyilere özgü olamazdı. Mesela kötüler insanların canını yaktığında mutlu olurdu, bir şekilde mutlulardı sonuçta. Myron bunu önemserdi insanı olduğundan daha güzel hissettiren bu gülümseme neden kötü olduğu için onun yüzünde olmasın ki? Gemi yolculuğumuz boyunca Myron'un bana da dahil olmak üzere herkese "Gülümse, her ne olursa olsa gülümse." dediğini duymuştum. Seni gülümseten her neyse onu bul ve gülümse! Mutluluk belki de bu kadar kolaydı.

YŪGOİA : KELEBEĞİN SAVAŞI (+18)Where stories live. Discover now