12.BÖLÜM:Düşler Ağıdı (part 3)

41 33 14
                                    

Çaylaklar daha da hızlanmış bir şekilde eşyalarını yerleştiriyordu. Talya'nın odasına giderek açık bavulundan bir kıyafet alarak katlamaya başladım. "Ayrı bir odada kalmak isteyeceğini tahmin etmiştim, benim odama en yakın yerde olmak isteyeceğini de." Diyerek katladığım çamaşırı dolabına koyarak geri döndüm ve elindeki parfüm şişelerini dizen Talya "O nedenmiş?" dedi.

Kastettiği şey neden odama en yakın yerde kalmak isteyeceğini düşündüğümdü. Ukala bir sesle "Çünkü seni en iyi benim koruyacağımı biliyorsun, kimseye de güvenmediğin için ayrı bir oda istedin." Dedim. Talya minik bir gülümsemeyle bana dönerek "Alakası bile yok, kimseye güvenmiyorum evet ama korkmuyorum da. Minik bir kedi yavrusu gibi eteğinin altına saklanmaya çalıştığım falan da yok." Diyerek valizinden şampuan ve tarak alarak onları da dolabına koydu.

Uzatmayarak "Peki, haklısın." Diyerek inanmış gibi yaptım ama gerçekler bunlardı. Talya soğuk bir kişilikti çünkü herkese güvenmiyordu, birisine güvenirse güveninin boşa çıkacağından korkuyordu. Özellikle de etrafı kötüler doluyken. İnsan kendinden bilir derler bazı şeyleri, Talya da kötüydü ve o da asla güvenilmemesi gereken birisiydi. Zayıf noktaları severdi, her ne kadar saklasa da içindeki kötüyü görüyordum.

Talya şu ana kadar gördüğüm en bakımlı ve en süslü insan falan olabilirdi. Dört kişi için hazırlanmış olan dolap tamamen onun eşyalarıyla doluydu. Kıyafetlerini dizmeyi birlikte bitirmiştik, benden önce de bakım malzemelerini yerleştirmişti zaten. Şu anda da makyaj malzemelerini diziyorduk, kocaman bir bavulu olmasına rağmen bu kadar şeyi nasıl sığdırdığını anlayamıyordum.

Talya elinde bir sürü kutuyla dolaba doğru geldiğinde gözlerimi kocaman açmış "Onlar ne?" diye soruyordum. Talya gayet normal bir şeymiş gibi elindeki onlarca kutuyu bırakıp rafa dizmeye başladı, bir yandan da bana cevap veriyordu. "Şu üst raftakilerin hepsi lacivert saç boyası, bu rafta da biraz mor, biraz da pembe var. Pembe pek sevmem daha çok mor boya diyelim." Diyerek yanıtladı beni. Şaşkın bakışlarım hâlâ üzerindeyken "Mağaza falan mı soydun Talya? Bu kadar boyanın en mantıklı açıklaması bu olur sanırım." Dedim.

Talya boyaları da dizmeyi bitirmişti ve şimdi büyük bavulunu dolabın üzerine koyuyordu. Nihayetinde bavulunu koyduğunda bana dönerek "Evet soydum ama bunlar ondan dolayı burada değiller, kimsenin on dokuz yaşında beyaz saçları, kaşları ve hatta kirpikleri olduğunu görmek istediğini sanmıyorum. Ben de yaşlı biri gibi görünmek istemiyorum." Dedi. Sesi sert çıkmıştı ama amacının bağırmak olmadığı da anlaşılıyordu. Saatime bakarak boğazımı temizledim ve "Yarım saati geçmiş, hadi gel." Diyerek odadan dışarıya çıktım. Herkes yemekhane masalarına oturmuştu, birleşik masanın ekip için olduğunu da anlamışlardı ve orada sadece ekip oturuyordu.

Talya da odadan çıkıp ekiptekilerin yanına oturduğunda konuşmaya başladım. "Selam millet. Ben Pera, burada bir yöneticiyim denebilir. Ablam Liva ve benim sayemde hâlâ hayatta ve buradasınız. Bu yüzden bize itaat etmek zorundasınız, karşıt düşünceleri ayaklanmaya sebep olacak derecede istemiyorum!" dediğimde arkalardan tahminen on beş yaşlarında bir erkek çocuğu "Peki, itaat etmezsek?" diye sordu.

Bakışlarında oldukça tehditkârlık vardı ve bu onun üzerinde oldukça komik duruyordu. "Neden soruyorsun küçük adam, böyle bir niyetin mi var yoksa?" diyerek ona muzip bir soru yönelttim çocuk ise "Evet, ben kimseye itaat etmem. Onlar bana itaat ederler." Dedi. Yaşına göre oldukça fazla özgüvene sahipti.

Ekibin masasına doğru ilerleyerek Seth'inbelindeki silaha elimi uzattığımda Seth refleks olarak bileğimi tuttu ve ardındanbana bakıp elini çekti. Silahı alıp "Hemen göstereyim ne olacağını." Diyerek çaylaklarelimdeki silahı bile fark edemeden çocuğun kolunu sıyıracak şekilde ateş ettim.Kimseden korku sesleri duymadım, hatta gülenleri duydum. Çocuğun acı dolusesini de. "Bir dahakine o kurşun kolunu sıyırıp geçmez, ya kalbine saplanır yada alnının tam ortasına." Diyerek sakince cümlemi tamamlayıp Seth'e silahını geri verdim.

Ardından kalabalığa son kez seslenerek "Bu hepiniz için geçerli! Yarın sabah altıda herkes yemekhanede olsun. Geç kalanlara ceza verilecek ona göre vaktinde gelin, eşofman veya tayt giyin! Son olarak yemekten anlayanlar yanıma gelsinler, diğerleri dağılabilir!" dedim. Herkes giderken tahminen on beş ve on altı yaş aralığında üç kız ve bir erkek çocuğu yanıma geldiler. Doğrusu çaylaklar çok da ilgi alanımda değillerdi, hemen görevlerini anlatıp sonra da antrenman odasına gitmek istiyordum.

Önümde duran dört çaylağa baktım ve "Sabah siz daha erken gelip kahvaltı hazırlayacaksınız, antrenmanlara daha geç girip daha erken çıkacaksınız. Mutfak tamamen size ait." Diyerek verecekleri tepkiyi bekledim. Önce anlayamamış gibi baktılar sonra erkek olan bir soru sordu. "Bulaşıklar dahil mi?" dediğin kaşlarım çatık bir biçimde "evet." dedim.

Kafamı karıştırmışlardı ve ne demem gerektiğini de pek bilememiştim. Sonunda onların da boş boş baktıklarını fark edip "Aranızda görev paylaşımı yapın." dedim sonrasında da devam ettim, "İki kişi bulaşıktan iki kişi de yemekten sorumlu olsun mesela." Cümlemin ardından erkek çocuk diğerlerine dönerek ben bulaşıklarla uğraşamam dediğinde gülümseyerek ona döndüm "Bulaşıklar sende, kızlar yemekten sorumlu. Bulaşıkları tek başına yıkıyorsun." diyerek cevap beklemeden antrenman odasına ilerledim, onlar da arkamdan bir şey söylemediler. En azından ben bir şey duymadım.

Erkek olan çocuğun şu anda arkamdan söyleyebileceklerini tahmin edebiliyordum, bana sinir olmuş olmalıydı. Belki beni öldürmek üzerine düşünceler içerisinde bile olabilirdi. Neden bulaşıkları o çocuğa verdiğime gelirsek eğer ukala bir tavır sezmiştim. Belki doğru bir karar değildi ama bir yerde en iyi ne varsa onu yapmalıymış gibi bir düşüncesi vardı. kesinlikle bu düşünce yıkılmalıydı. Herkes her zaman en iyi olmazdı, egoist olmak özellikle de ona yakışmıyordu. Bir süre sonra onu yemeye verip kızlardan birisini bulaşığa alacaktım, hepsi sırayla bulaşıkları da yıkamış olacaklardı. Her zaman en tepede olamayacaklarını anlamaları için harika bir fırsattı.

Sonunda çaylakları düşünmeyi bıraktım, çaylaklar Liva'ya aitti. Bunları da Liva düşünmeliydi. Ve ben yine o uzun koridordaydım. İntikam için hazır olduğumu ilk düşündüğüm yerde. Artık canımı yakanların canını yakmak için hazırdım, bu yaptığım yolculuk da bana bir şekilde bunu kanıtlamıştı. Belki tamamı için bir tehlike değildim ama birçoğu için tehlikeydim. Kanatlarını kırıp sırtına da taş koydukları bu kelebek, sırtındaki taşı onların üzerine bırakıp ezecekti. Onların çığlıkları da kanatlarını iyileştirecekti. Kelebek yorgun ve acı içindeydi ama bu yakında son bulacaktı.

Sonunda antrenman odasına ulaştığımda oradaki gaz lambalarını da yaktım. Buraya kadar Aren'den almış olduğum ve hâlâ vermediğim fenerle gelmiştim. Torbalar gözlerimin önündeydi, atış tahtaları da. Dolaba ilerleyerek bandajlarımı almak istedim fakat dolabı açamadım, üzerindeki kilidi tamamen unutmuştum. Bunca yolu geri dönme düşüncesi ve sürekli bir sorunla karşılaşmam sinirlerimi bozmuştu. Dolabın kapağını sinirle birkaç kez daha çekip kilidi kırmayı denedim ama zincir çok kalındı ve kolay kırılamazdı. Açılmayan dolaba bir tekme attıktan sonra sinirle bağırıyordum ki içeriye düşen gölgeyle birinin geldiğini fark ettim. Gözümden düşen yaşı silerek girişe baktım.

YŪGOİA : KELEBEĞİN SAVAŞI (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin