Kor alevlerin üzerine doğru sert bir fırtına eserse bu onu söndürmez, aksine tüm şiddetiyle daha da harlardı. Belki de bu, ufacık bir dokunuşa kapılmamaya ant içmişken, şimdi bileğime değen parmakların tenimi ürpertmesinin tek açıklamasıydı.

Elbette ben bunu öylece kabullenecek, tek bir dokunuşla erimeyi kendime yedirecek biri değildim; canımı dişime takarak reddetmeye devam edecektim. Hatta reddettiğimi de reddedecek ve hiçbir şey olmamış gibi davranmayı sürdürecektim. O yüzden hızla silkelendim ve en büyük kalkanımın, hırçınlığımın ardına gizlendim.

"N'apıyorsun?" dedim Tekin'in parmakları, ince ayak bileğimde dokunduğu yerde ateşten izler bırakırken. Uzun tırnaklarım oturduğum koltuğun kumaşına saplansa da hislerimi asla belli etmedim.

"Bileğini ovuyorum," dedi arsız arsız. Parmakları hafifçe tenimi ovuşturdu. Ortada burkulan bir bilek yokken, rol yapmaya çalışmak çok zordu. "Burktum dedin ya," diye devam ettiğinde role girerek yüzümü hafifçe buruşturdum. Sanki acıyan kısma denk gelmiş gibi bir tepkiydi bu ve ben günün sonunda palavralarım yüzünden başıma bir iş açılmamasını umuyordum.

"Niye?" dedim ona sahte bir merakla bakarak. "Doktor musun sen?"

"Değilim." Pis pis sırıtarak yüzüme baktı. "Ama ilkyardım bilgim iyidir."

Bu bilgiyi kimlerin üzerinde test ettiği sorusu yüzüme ansızın çarptı. Hiç sarsılmadım tabii. Bu artık benim ilgi alanımın dışındaydı. Kendisini çok hazırcevap sanması ise inadımı kamçılıyordu. Ama karşısında ben vardım. Bu konuda benimle yarışabilmesinin imkânı yoktu.

"Hadi ya!" dedim alay eden bir tonda. "O eğitimi Pelin'le aynı yerden aldıysan, çok da güvenmemek lazım." Ellerinin üzerindeki hâlâ kızarıklığını koruyan yaralara pıt pıt dokundum. "Bak, senin ellerin hâlâ iyileşmedi."

"Pelin nereden aldı bilmem. Hiç ilgilenmiyorum," dedi tok bir sesle. "Ama ben oldukça özel bir yerde almıştım. Çok uzak bir geçmişte."

Söyledikleriyle bir an merakım cezbedilince, hemen dikkat kesildim. "Hmmm. Nereden?"

Tek kaşı, dudağının kenarıyla eş zamanlı olarak havalandı. "Merak mı ettin?"

"Nesini merak edeceğim canım?" dedim çenemi dikleştirerek. "Öylesine sordum. Konuyu sen açtın. Ben öyle çok da meraklı biri değilimdir zaten," diye salladım. Yemiş miydi, bilmiyordum ama çok da umursamadım.

"Ben merak ediyorum ama," dedi dümdüz bir sesle. Az önce arsızlıkla dolu bakışlarına, ansızın tekinsiz bir öfke yerleşmişti.

Neyi kastettiğini, bu ani değişimin nedenini anlayamadığım için sormadan edemedim.

"Neyi?"

"O Serkan dallamasının, İstanbul'a kadar gidip babanla ne konuştuğunu!"

"Serdar!" diye düzelttim onu hemen.

Ben öyle deyince çenesi kasıldı, bir elinin başparmağı ve işaretparmağıyla burun kemerini sıktı, boynunu bir sağa bir sola yatırdı. Ve en nihayetinde "Her ne sikse!" diye yanıtladı.

Bir an kendimi tutamadan elimi ağzına yumuşak bir şekilde vurur gibi dokundurdum. "Üffff! Ne pis ağzın var ya!" dedim kınar gibi. Fakat yaptığım hareketin ne denli hatalı olduğunu ancak az önce dudaklarına dokunan elimi sıkıca tuttuğunda kavrayabildim.

"Öyledir," dedi bununla övünür gibi. "Çok pistir. Beğenemedin mi?"

Elim hâlâ onun kıskacındaydı ve parmaklarımı dudaklarından uzaklaştırmayı bile denememişti. O konuştukça parmaklarımın dudaklarına değmesi içimi gıcıklasa da gururum ve inadım her şeye baskın geldi.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Apr 19 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

ARHAVİLİWhere stories live. Discover now