2.Kitap - 10.Bölüm : Kumrunun Kanatları.

Start from the beginning
                                    

"Günaydın!" İçeri Uraz'dan sonra giren ilk isim Alpin'di.

Bugün buraya Eren'den sonra motivasyonu yüksek gelen tek kişi olmuştu. Ardından gelen Batıhan'ın da diğerlerinden farkı yoktu, gözleri uykulu, canı sıkkındı. İçeriye en son giren Bulut ise bir yandan esniyor bir yandan elindeki telefona bakıyordu.

Herkesin kendilerince korkuları vardı, kendilerince soru işaretleri... Herkesin kendi sisleri vardı aslında. Kalplerini kaplayan pusları, gölgeleri vardı...

"Hah, hepiniz buradasınız, harika!" dedi içeriye elinde bir defter ile giren bir kadın, "Ben Yeldem Kıratlı bu arada. Projenin uygulayıcılarından biriyim. Sizleri hazırlığınız biter bitmez hemen stüdyoya alacağız ama öncesinde sorularınız olursa iletişim kurmanız gereken kişi benim. Var mı bir sorunuz?"

Kadın olsa olsa kırk yaşında, saçları röfleli ve oldukça bakımlıydı. Herkesin kafasında tonla soru vardı, Uraz ise kadını dinlemek yerine kulaklığındaki şarkıları dinlemeye devam ediyordu. Eren uzanıp yanında oturan Uraz'ın koluna vurdu ve el kol hareketleriyle kulaklığı çıkarmasını işaret etti. Oysa bu Uraz'ın umurunda bile değildi, omuz silkip şarkısını dinlemeye devam etti.

Eren kendi kendine "Çocuk delirdi iyice ya..." diye söylendi sessizce.

"Benim bir sorum var aslında." dedi Pelda elini kaldırarak.

"Tabi."

"Bizim her anımız mı televizyona yansıyacak? Yani üzerimizi değiştirirken bile mi?"

Nisan kendini tutamadı ve gülerek Kumru'ya döndü.

"Bu hallerimizi hatırladın mı?" diye sordu, "Ben uzun bir süre her halimizin çekilmediğine ikna olmamıştım."

Kumru gülmeye başladı.

"Kimse görmesin diye giyinme kabinine girip hüngür hüngür ağladığım bir gün olmuştu..." dedi.

"Eh, elbette her anınız görülmeyecek!" dedi kadın, "Giyinme kabinlerinde ve banyolarda kamera yok. Ama onlar dışında her yer kameralarla dolu. Dikkatli olmanızda fayda var."

"Peki içeride bizi ne tür yarışmalar bekliyor?" dedi Alpin.

Kadın güldü.

"Yarışmanın tüm sırlarını size vermemi ister misiniz?" dedi alaycı bir tavırla, "Tamam ama, bunu üstün körü söyleyeceğim. Aramızda kalsın. İçeride sizleri birçok akıl oyunu bekliyor... Fiziki bir çaba sarf etmeniz gerekmeyecek, merak etmeyin."

"Ama çıkışa kadar yürümemiz gerekecek, değil mi?" dedi Pelda.

"Elbette, yarışmanın temel konusu bu zaten. Fakat ilerlerken çözmeniz gereken akıl oyunları olacak ve bu oyunlar üzerinde o kadar çok çalıştık ki inanamazsınız..."

"Peki onları çözemezsek?" dedi Eren gülerek, "Belki aramızda o kadar akıllı tek bir insan bile yok?"

"Makarna yemekten..." diye ekledi Nisan sessizce dalga geçerek.

Kadın ufak bir kahkaha attı.

"O zaman bütün dünyaya rezil oluruz çocuklar! Ne yapın edin çözün, benden söylemesi..."

Herkesin soruları bittiğinde herkesin hazırlıkları da başlamıştı. Kumru'nun hazırlığı ise sona ermek üzereydi. Odayı fön makinelerinin birbirlerine karışan huzur verici sesi doldururken Uraz'ın kulakları son ses ayrılık şarkıları dinliyordu.

"Hayat bana bir oyun oynadı fark etmedim,
Ucundan döndüm ama henüz delirmedim." diyordu şimdi dinlediği şarkının sözleri,

"Olmasa da olurmuşuz öyle diyorlar,
Ama seni benim gözümden hiç kimse görmedi."

Kumru göz ucu ile Uraz'a baktığı sırada onun hala kulaklıkları ile oturduğunu görünce kalbinde hissettiği sızı büyüdü. Uraz'ı kendi kronik mutsuzluğundan uzak tutmak isterken daha büyük bir mutsuzluğa mı itmişti? Bu yaptığı Uraz'ı kendi sancılarından kurtarmaya çalışmak mıydı yoksa bencillikten başka bir şey değil miydi? Derin bir iç çekip aynaya döndü. Gözlerine, kendi yansımasına baktı.

"Her şeyi mahvediyorum," diye düşündü, "Her şeyi yıkıyorum, yakıyorum, kül ediyorum..."

Sonra aklı yıllar öncesine, ona aynaya baktığı her an gözlerinde gördüğü hüznü hatırlatan günlerden birine gitti.

Gün batımına doğru parkta bir salıncakta tek başına salınıyordu Kumru. Diğer çocukların "Anne bak!" , "Baba sen de gel!" seslerinin eşliğinde bir başınaydı. Annesi onu buraya bırakıp işlerini halletmeye gitmişti ve ne zaman döneceğini bile söylememişti. Ona ne zaman dönüleceğini bilmeye bile hakkı yoktu sanki. Kumru'nun elleri demir zincirlere sımsıkı sarılmış, gözleri uzaktaki aile sahnelerine hüzünle kilitlenmişti. Saatler geçmiş, güneş batmış, hava soğumaya başlamıştı. Parktaki çocuklar ve aileler çoktan gitmiş, yerlerine yenileri gelmiş, sonra onlar da gitmişti...

Akşamın karanlığı parkın sessizliğinin üzerine çöktüğünde kendisini almaya koşarak gelen teyzesini gördüğünde farkına varmıştı bir şeylerin Kumru. Annesi tarafından bu parka bırakılmış ve burada unutulmuştu Kumru.

O salıncakta sallanmak onun için sonsuzluğun sembolü haline gelmişti. Sanki sonsuza kadar salınıp durmuştu orada ve her daim bir ileri bir geri salınacaktı...

İhmal edilmiş bir çocukluğun acımasız anılarının günün birinde zihninde ve kalbinde patlak vereceği belliydi. Yaşadıkları bundan daha iyi özetlenemezdi. Çocukluğunun antikaları Kumru'nun zihninin her yerindeydi...

Çok uzun bir uykuya yatmış, uyumuş ve uyanmıştı Kumru. "Üç, iki bir..." diye düşünmüştü hayata yeniden döndüğünde, sanki sihirli bir değnek ona yaklaşmıştı ve gözlerini ikinci kez açtığı hayatı asla eskisi gibi olmayacaktı. Oysa o sihirli değnek hiçbir zaman var olmamıştı. Kumru gözlerini hangi hayata kapattıysa aynısına açmıştı. Üstelik artık içinde "Zorlaştırma, kolaylaştır." diyen bir ses de yoktu. "Zorlaştır." diyordu kalbi, "Dibine kadar, sonuna kadar zorlaştır. "

Nasıl sıyrılacaktı bu savaştan?
Nasıl kazanacaktı kendisinin kendisine açtığı bu savaşı?
Nasıl iyileştirecekti kanatlarını? 

Enkaz AltındakilerWhere stories live. Discover now