3.Bölüm: Geçmişin Sisi

Começar do início
                                    

Kaşlarımı çatmıştım. “Son kez mi?” Bana olanları ve olacakları anlattığımda göz yaşlarına boğulmamak için çok cebelleşmiştim. O da ağlamak üzereydi. Ama benim gibi kendini tutuyordu. Bize kendimizi tutmamız öğretilmişti. Onu anlıyordum.
Çok umutsuzdu ve başka çaresi yoktu. Bir süre konuşamamıştık. Konuşamamıştım. Hiçbir şey söylemeye cesaret edememiştim. Oysa tamda o anda söylemeliydim. Fakat ne kadar konuşmak istesem de boğazım düğümlenmişti.

Sıra ondaydı yani..? Çardağa geri döndüğümüzde üç arkadaşım merakla bize bakıyorlardı. Poyraz kendini toplamıştı. Tam karşımda duruyordu. “O halde... Elveda.” Demişti, gitmek üzereyken ve onun kolunu yakalamıştım. Merakla bana dönmüştü.
Ya konuş ya da sonsuza kadar sus. Demişti zihnim. Hızla kararımdan vaz geçmeden konuştum.

“Ölme.” Çaresizlikle bana bakmıştı. Hafifçe titremiştim. “Ölme.” Bana yavaşça sarılmıştı. Bedeni titriyordu. O an, bunun ona söyleyebileceğim tek şey olduğunu fark ettim. Onun da fazlasını duymaya ihtiyacı yoktu. Bende ona sarılmıştım. Kendimi ölecek gibi hissediyordum. Oysa ölebilecek olan oydu.
Dakikalarca öylece kalmıştık.

Söyleyemediğim her şey ve söyleyebildiklerimi sığdırıyordum buraya. O da sanki özür diler gibiydi. Benden ayrıldığında gözleri, akmayan göz yaşlarından dolayı parlıyordu. Ve kızarmıştı. Belki de ağlasa rahatlardı. Ama ikimizde bunu göstermek istemiyorduk. “Başaracağımı sanmıyorum. Ama deneyeceğim.”

Deniz yavaşça bana döndü. Beni görünce kaşları havaya kalktı. Kahvesinden içerken bana baktı. İşte o zaman bir şeyler döndüğünü anlayan ilk insanlar onlar olmuştu. Orada konuşmamamız hele de öyle bir kelam etmemem gerektiğini biliyordum. Pişmandım fakat çoğu zaman da değildim. Acaba ondan sonra yaşananlardan dolayı beni ne olarak düşünmüştü..?

Kendi hakkımda konuşmak gerekirse: Ben bir kahraman değildim, ben bir hain değildim, bir suçlu veya bir azize. Hiçbir zaman alevler içerisine yanan, ölümcül, dikenli bir gül olmamıştım. Ama o hangisine inanmıştı zamanında?

Öylece kaybolduğumda... Bu çardaktaki olayla ya da o gördüğü yabancı çocukla bağdaştırmış mıydı olayı? Zihnim dolduydu. O ise fazlasıyla zekiydi.

Yavaşça gülümsedim. O ilerlemişti... Beden dilinden neler olduğunu anlayamıyordum. Acı bakımından gelişmişti demek. Veya fark ettiğinden, bana karşı kendini saklıyordu. Neler yaşamıştı acaba? Onlara karşı kullandığım karakteri hatırladım. Omzuna vurdum. “Deniz-“ Sözümü kesti. “Yalancısın.” Bir süre durdum. Neyi ne kadar bildiğini bilmiyordum. Temkinli fakat açık görünmeliydim.

“Evet... Sen de lisede söylemiştin.” Dedim alaycı bir sesle. Kolunu tezgaha dayadı. “Tahminimden daha öteymişsin.” “Öylece gittiğim için-“ “Evet. Kızgınım. Kafam karışık. Seni kaç yıl aradım biliyor musun? Ne kadar korktuğumu biliyor musun? Neler düşündüğümü?” “Pekala avanak. Neyde karar kıldın bakalım.” Dedim sert bir şekilde ona bakarken. Kahvesini içti. “Sana sormaya geldim.”

Bir şey bulamamış mıydı?
Oysaki bilgisayar mühendisiydi, istese ve ailemi araştırsa bulabilirdi. Belki de beni o kulvarlara bulaşmış biri olarak hiç görmemişti. Nerede arayacağınızı bilmiyorsanız bazen aramak anlamsızdır.

“Dürüst olacağımdan nasıl emin olabilirsin?” Kahvesini bıraktı. Yavaşça bana yaklaştı. Sesi yumuşadı. “Sen benim ilk gerçek arkadaşımdın! En azından... Ben öyle olduğunu sanmıştım.”

Durdu. Konuyu değiştirmeye karar vermişti. “Neler oluyor Eylül? Sen normalde kimsin? Neler yaptın? O çardaktaki çocuk neden ölmeye gitti? Gerçekten beni hiç arkadaşın olarak görmüş müydün?” Görmüş müydüm..? Bilmiyorum. Yalanlar içerisinde dans ederken, etrafınızdakilerin gerçekliğinden bile emin olamazdınız.

Korkunun Güncesi:1  FİLOFOBİK Onde histórias criam vida. Descubra agora