Yavaş adımlarla etrafı inceleyerek yürürken gördüğüm manzara karşısında kedi kadar şaşırmıştım. Çünkü silahın tam ucunda duruyordu...Bu kızın burada ne işi var?

Eğilip baktığımda sağ eli sağ yanağının altında düzenli ve nizamlı bir şekilde yatıyordu. Ahh nefesime kadar kestiği anda elimdeli silahı masaya bırakıp kendimi masaya yasladım. Ya sıksaydım...ya farketmeyip sıksaydım...Ahh uyanınca seni büyük bir kıyamet bekliyor!

Derince nefes alıp yerimde doğrulduğumda ona doğru yürüdüm ve baktım. Üzerinde sıyrılmış battaniye ile homurdanarak yatıyordu. Evet evimin tam ortasında evlenme ihtimalimin bile olmadığı ama evlendiğim, eve almayacağım ama kendi ellerimle aldığım kadın yatıyordu.

Ev üstüme üstüme geliyor gibiydi. Ya farketmeseydim ne olacaktı? Aptal kafalı neden haberdar etmiyor? Ona artık silahlı biriyle olduğunu söylememe gerek yoktu ama gerek varmış...hale bak bir de bayılmış. Ben bununla ne yapacağım?

Burun kemerimi sıkıp sinüslerime kadar ağrıyı kesmeye çalışıyordum. Sanırım eve bebek kilidi almam gerekiyor.

Derince nefes alıp eğilip karşısında duran sehpaya oturup ona baktığımda yüzünde rahatlamışlık ve bunun verdiği yorgunluğu, uykunun masumluğunu görmemek için kör olmak lazımdı. Annem gibi çalışıp çabalamış ve bu yaşa kadar bütün sıkıntıları sırtlamış...şimdi ise kokladığı parfümle bayılmış. En azından biraz da olsa rahatlamış.

Eğilip battaniyeyi üstüne doğru çekeceğim anda birden zil çalmıştı ve o an açılan gözlerin mahmur bakışı ile daha ileri gidemeden durdum. Bana bakıyor....evet şu an bomboş bakışlar atıyor....Kahve gözleri yarı uykulu halde bana bakarken iki metre öne çıkmış dudaklarını toparlamaya çalışarak "Sen miydin?"dedi ve elimde tuttuğum battaniyeyi elimden çekip aldı  ve üstüne alıp arkasını döndü.

Ne?

Sen miydin derken?

Nasıl sen misin?

Kalakalmış halde ona bakarken zil yine çalmıştı. Az önce sen miydin deyip tekrar mı uyudu ben mi yanlış gördüm? Şaşkınca bakarken zil yine çalmıştı.

Yerimden kalkıp kapıya gittiğim sırada Yasin kapıda duruyordu. Dedikoducular gibi elinde dumanı üstünde bir tabak yemekle "Babaannem onlar gelmez sen indir dedi"diyerek koca karılar gibi ehil ehil sırıtıyordu. Yüzünde sinsi sıtırış ve bir de meraklı bakışla holde gezerken elimle parfümleri gösterip "Madem kızı eve yolladınız ne demeye uyarmadınız?"dedim.

Yasin'in o sırıtışı gitmiş ve anında değişen ifadesi ile bakarken şaşkınlıkla hızla içeriye daldı ve "Yuh bayıldı mı? Biz de diyoruz neden gelmedi. Hani nerede?"deyip elindeki tabağı çekmecenin üstüne bırakıp oturma odasına gidecekken emin olmak için bana baktı. Onca saat bırakmışlar bir de sırıtıyor.

Başımı iki yana sallayıp sabır bilerken eliyle oturma odasını gösterip içeriye girmek için adım attığında kapısını çektim ve "Akılsızlığın yüzünden bayıldı şimdi çık yukarıya geliyoruz"dedim. Oysa bugün kalkacağından bile emin değilim.

Yasin eli havada kalmıştı. Tekrar bana dönerek "Ben doktorum aç bak-"deyip tekrar girmeye yeltendiğinde sabrımla oyun oynamıştı.

Derince nefes alıp bu kez ense yakasından tutup "Yasin seni de bayıltıp rahatlatırım ama bunu parfümle yapmam! Şimdi çık geliyoruz dedim!!!"deyip kapının önüne doğru götürdüm ve bıraktığımda hala yayvan sırıtışı vardı. Durmayıp kapıyı kapattım. Allah'ım çıldıracağım! İki seksen uzanmış salonda yatıyor sen nereye giriyorsun?

Dudağımı yemekten yaralamış hale geldiğimde tekrar oturma odasına girdim ve "Mihre!"diye seslendim. Uyandırmak istemiyordum ama sabah büsbütün rezillik kopacaktı. Koltuğun başına gidip "Mihre!"dedim. Ne beni duyuyor ne de kımıldırıyordu. Sabır çekip kolunu dürttüğüm de kolunu çekti.

(Mihre)

Burnumda bir sızlama vardı. Nefesimi kesercesine ve hatta boğazımı yakan kokuyla gözümü açtığımda anda bir el vardı. Hızla yerimden kalkmaya çalışmıştım ama gözüm karatmış halde tekrar aynı yere düştüğümde karşımda Hamza'yı gördüm. Bu...bu...bunun ne işi var? Bu bana ne yapıyor?

Beynim durmuştu ama ağzım iki karış açık şaşkın şaşkın bakarken maviler ben de kalmış ve hatta o da aynı şaşkınlıkla bakarken daha fazla durmayıp var gücümle elini ittim ve kenarına doğru çekilip "Sen ne yapıyorsun? Bu koku ne?"dedim. Fakat Hamza hala durduğu yerde yavaşça başını bana çevirdi. Niye böyle bakıyor?

Ahh ben nasıl uyuya kaldım? Of başım çatlıyor! Resmen hiç bir şeyime ilaç atmadan bayılmayı becermiş.

Elim başıma giderken zonklayan başımla hala onu izlerken yerinde doğrulan Hamza elindeki pamuğu avuç içine aldı. Soluğundaki sıkıntılı nefes bir şeylerin ters gittiğini söylerken başını kaldırıp sehpanın arkasından çıktı ve "Parfümde ve çevresinde eter var...bunu sana söylememişler"dedi.

Ne? Bir dakika ne?

Parfümde bayıltıcı, hatta bir de eser miktarda kullanılırsa ayıltıcı şey mi vardı? Neden böyle psikopatça düzenekler kurdun acaba? Ay ben senin düşmanın mıyım?

Şaşkınca bakarken odadan çıkmıştı. Hayır bu çok saçma ben böylece bayıldım ve onca saat hiç kimse bir şey yapmadı mı? Düşüncesi bile olmayan panikatağımı çıkarırken hızla ayağa kalktım....Ahh başım dönüyor ya!

Zorla koltuğa tutunurken yavaş yavaş adımlar atıyordum. Hamza'nın nerede olduğunu bilmiyordum ama Hole doğru çıkıp "Ya sen delirdin mi? Misafirleri böyle mi karşılıyorsun?"dedim. Hoş adam koruma kendini de korumak zorunda. İpsiz sapsızı bir de ne idüğü belirsiz karısı var! Ne yapsaydı?

Kaç saat uyudum acaba? Ama ömrümde çekmediğim uykuyu çektim. Rahat, pamuklara sarılmış gibiydim. Dinç hissediyordum ama yine de kendimi salmayıp ayakta zor dururken Hamza karşı odadan tişörtünün boğazını düzelterek çıktı ve "Misafirler benden habersiz eve gelmiyor...ayrıca özel eşyalarımla da oynamıyor, sen neden parfüm sehpasına geldin?"dedi.

Tiiii doğru ya altın kelebek ödülü gibi parfümü aldım ve kokladım ve o güzelim hayallere daldı. Geldik dananın cart dediği yere.

Yani o...senin tanıdık kokundu. Ondan...of bir de buna hesap mı vereceğim ben? He Mihre adamın evine gir bir de git salonunda bayıl bir de hesap verme, çok mantıklı!

Sıkılmışça arkamı döndüm ve "Ya birinin kokusuna benziyordu ben de şaşırdım....bakayım dedim! Hem babaanne zorladı gitte evinde uyu dedi ne yapsaydım?"dedim ve tekrar ona döndüğüm de o koku yine burnuma geldiğinde uçurumda duran bir insan gibiydim. Ölümle burun buruna ve tek adımımda sonsuzluk var gibi...Ani dönüşlerimde savrulan bu koku bu kez tam olarak yanımda hem de bir nefes uzaktaydı.

Cesaretsizdim. Siyah düz tişörtüne bakarken dişlerimi sıktığımı bile yeni yeni dank etmiştim. Yavaşça başımı kaldırıp gözlerimi mavilerle buluşturduğumda bana sadece kısılmış gözlerle bakıyordu. Ürperti bütün bir holü sarmış gibiydi. Kalbim bile atmayı bırakmıştı. Titriyor muyum, hayır,  korkuyor muyum, hayır, tek bildiğim zihnim berraklaşmış halde o yıldız tozuna bakıyordum.

Ne o gidiyor ne de ben geri adım atıyordum. Hatta üstüne üstelik o mavileri yüzümü incelerken....ayh benim mideme kramplar giriyor! Allah'ım heyecandan ölecek gibi hissediyorum. Nefes bile alamıyordum.

Maviler sıyrılmış halde tekrar gözlerime geldiğinde sessiz ama duyacağım şekilde "Kimin kokusuymuş?"dedi. Bu niye böyle oldu ki? Sanki beni etkilemek istiyor gibiydi. Aptal sadece baksa yetiyor şunlara ne gerek var? Baksana erimiş keşküle dönmüş vaziyetteydim. Ne diyeceğimi bile bilmiyordum.

Zihnimde kelimeler bitmiş gibi sadece bakarken "Yine mi bayılacağım?"dedim. Oysa ortada hiç bir şey yoktu. Ne şişe ne de bir şey ama maviler bile tek başına bayıltırdı. Daha yeni yeni kendine gelen zihnim dört köşeli inmişti. Yüzüm kızarmaya başlamış ve hatta nabzım üçyüz beşyüz atıyordu. Ay biranda bu ortam niye böyle oldu? Yoksa ben rüyamı görüyorum? Mihre sen uyandın mı?

Mihre-i Lem-Yezelजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें