Bekir'e konumu atıp telefonu cebime soktum. Villaya yanaşarak iç kapıya doğru yürüdüm.  İç kapıyı açacağını düşündüğüm ve Parla'nın çantasından çıkardığım anahtarı kurumuş kan lekeleri olan ellerime odaklanmamaya çalışarak kapı deliğine soktum. Düşündüğüm gibi kapı zorlanmadan açıldı.

İçeriye adım attığımda büyük bir şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Büyük bir oturma odası beni karşılaşmıştı. Tavandan aşağıya doğru sarkan büyükçe, taşlı gold bir avize dikkatimi çeken ilk şey olmuştu. Koltuk takımı da saraylardan çıkmış gibi gösterişliydi. Su yeşili rengindeki koltukları, bej rengindeki sehpalarla uyumlu görünüyordu. Üzerine hiç oturulmamış gibiydi. İçerideki hiçbir şey eski değildi ve kataloglardan fırlamış gibi görünüyordu. Biraz daha yürüyerek uzun bir koridora girdim. Misafir odası, mutfak gibi görünen odaları hızla geçip merdivenlerden üst kata çıktığımda Parla'nın odası olduğu çok belli olan odaya girdim. Duvarlar pembeydi. Eşyalar da göz yormayacak şekilde beyaz ağırlıklıydı. Yatağı epey yüksek ve rahat görünüyordu. Yatağın tam karşısında duvarı komple kaplayacak şekilde ayna yaptırmıştı. Yatağın hemen sol tarafı bir terasa açılıyordu ve Parla, perde kullanmıyordu. Harika bir manzarası olduğu için tercih etmemiş olmalıydı ancak mahremiyet konusunu nasıl aşıyordu bilmiyordum. 

Ebeveyn banyosunu açıp içeri girdim ve vakit kaybetmeden musluğu açıp ellerimi yıkadım. Kanların çıkması için oldukça sert bir şekilde ovalamak zorunda kalmıştım. Aynadan yansımama kısa bir bakış attığımda kendi yüzüme bakamıyordum. Artık temiz görünen ellerimle avcuma biraz su aldım ve ensemi ovaladım. "Tamam, bir şekilde halledeceğiz." dedim kendi kendime konuşarak ve lavaboya tutundum. Musluğu kapatıp arkamı döndüğümde bembeyaz ve aşırı temiz gözüken fayanslara, küvete baktım. Parla'nın nasıl bu kadar zengin olduğuna hala anlam veremiyordum. Buna hayret ederek başımı salladım. Dışarıdan bir korno sesi geldiğinde korkuyla yerimden sıçradım. Apar topar aşağı indim ve pencereden dışarı baktım. Neyse ki gelen kişi Bekir'di. İndiği arabanın kimin olduğunu bile bilmiyordum. Muhtemelen mahalleden birinin arabasını alıp gelmişti. Malum kendi arabasını bana verdiği için o da arabasız kalmıştı. 

Evden dışarı çıkıp yanına koştuğumda beni gördüğüne rahatlamış gibiydi. Kollarımı boynuna doladığımda bana sıkıca sarılarak karşılık verdi. 

"İyi ki geldin." dedim nefes nefese kalmış bir şekilde. "Kayra iyi mi?" dedim hemen ardından. 

"O iyi." dedi sırtımı sıvazlayarak. Kollarımı geri çektiğimde Bekir'in gözlerini kısarak villaya baktığını fark ettim. 

"Ahu... Canım... Burası kimin evi? Neredeyiz biz?" dediğinde etrafına şaşkınlıkla bakıyordu. 

Ona hiçbir şey söylemeden Parla'nın arabasına doğru yürüdüm. Şöyle bir etrafıma bakınıp yalnız olduğumuza emin olduktan sonra arabanın arka kapısını açtım. Bekir, Parla'nın ölü bedeniyle karşılaştığında büyük bir şok içerisinde bir ona bir de bana baktı. 

"Sana çok benziyor." söylediği ilk cümle buydu. Hemen ardından kolumu tuttu. "Ahu bu nasıl oldu? Neler oldu?" dediğinde başımı salladım. İşte sorması gereken asıl soru buydu. Arabanın kapısını kapattım ve ona hızla olanları anlattım. Hiçbir detayı atlamamaya özen gösterdim. Çünkü böylece Bekir benim anlamadığım bir şeyi anlayabilirdi. Bekir beni hiç kesmeden, dikkatle dinledi. Bir tepki vermesi için bekledim. Kızmasını, aptallık ettiğimi söylemesini bekledim. Ancak bunların hiçbirini yapmadan yeniden arabaya doğru baktı. 

"Adamların elinde eldiven var mıydı?" dediğinde kaşlarımı çattım.

"Ne?" Soruyu bir kez daha yinelediğinde düşündüm. Simsiyah giyinmişlerdi. Ve evet, elleri çıplak değildi. Aynı kıyafetleri gibi siyah eldivenle kaplıydı. Başımla onu onayladığımda derin bir iç çekti.

Altın TepsiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin