Bize kapıyı açan adam, "Hoş geldiniz," diyerek çıkardığım ekru renkteki kabanımı aldı. Üzerimde sabah işe giderken giydiğim, krem rengi bir kalem elbise, ayaklarımda ise krem rengi, ucu siyah, arkası açık stilettolar vardı. Çok rahat değildim ama yapacak bir şey yoktu, evime gidene kadar idare etmek zorundaydım.

Evini incelediğimi gören Tekin'in dudakları hafifçe kıvrıldı. "İstersen daha sonra gezdiririm evi sana," dedi. "Şu Musti'yi bir gönderelim." Başımı onaylarcasına salladım. Evi çok beğenmiştim ve merak ediyordum ama bekleyebilirdim. "Nerede beklemek istersin?" diye sordu.

Kısa bir an tedirgin oldum. Eve de içindeki adamlara da yabancıydım. Bir Cihan'ı tanıyordum, onu da etrafta görememiştim. "Sen nerede olacaksın?" dedim tereddütsüzce.

"Arkadaki bahçede." Bir an düşündü. "Çalışma odasında bekle beni," dedi.

Hızlı adımlarla ilerlemeye başlayınca onu takip ettim. Odalardan birinin önüne geldiğimizde kapısını açtı. Sıkıcı bir çalışma odası görmeyi beklemiştim ama karşımdaki manzara beni şaşırtmıştı. Kırık beyaz tonlarında inanılmaz modern bir kütüphane duruyordu gözlerimin önünde. Kitaplık yerden tavana kadar yükseliyordu ve monte edilmiş, sürüklenebilir bir de merdiven barındırıyordu.

Kütüphanenin tam karşısında büyük, yine kırık beyaz tonlarında bir şömine konumlanmıştı. Yanıyordu üstelik ama tıpkı Arhavi'deki evinde olduğu gibi yine elektrikliydi. Acaba evin içinde gerçek bir şömine tercih etmemesinin bir sebebi var mıydı?

Odanın bir köşesinde masif ahşaptan, lacivert, eskitme bir çalışma masası duruyordu. Üzeri karmaşık dosyalarla doluydu. Odanın Fransız tarzı camı ise neredeyse bir duvarın tamamını kaplamıştı. Camın önüne geniş, lacivert kadifeden bir chester koltuk konulmuştu. İçerisi olabildiğince doğal, hatta sıcacık görünüyordu.

"Ben hemen camdan görebileceğin bir alanda olacağım," dedi Tekin. Etrafı incelemeyi bitiremediğimi anlamış olmalıydı. "Odaya kimse girmez. Evin içinde de tedirgin olacağın kimse yok. Mustafa zaten içeri adım atamaz."

Beni rahatlatmaya çalıştığını anlayınca, krem rengi çantamı koltuğa bıraktım. "Tamam," dedim hafifçe gülümsemeye çalışarak. Mustafa'dan korkmuyordum. Tedirgin ya da çekingen durmama sebep olan şey bambaşkaydı. Ve sanıyorum onun gerçek evini görmüş olmakla ilişkili bir histi bu.

"İçecek bir şey istersen," dedi çalışma masasının hemen yanındaki küçük alanı göstererek. Bir standın üzerine kahve ve çay makineleri, altındaki mini bar alanına ise alkollü içkiler yerleştirilmişti. "Rahat ol yani."

"Teşekkür ederim," dedim ellerimi önümde ovuşturarak.

"Çok uzun sürmez," dedikten sonra kısa bir süre yüzüme baktı ve kapıyı açtı. Tam o sırada telefonum çalmaya başladı. Tekin'in çıktığını sanınca, arkama dönerek koltuktaki çantama yöneldim ve telefonumu çıkardım. Ekranda Serdar'ın adı vardı. Geçen günkü mesajına da cevap vermediğimi hatırlayınca bir an önce kurtulmak istediğim için hemen yanıtladım.

"Efendim, Serdar?" dedim derin bir nefes eşliğinde. Yeniden kapıya doğru dönerek koltuğa oturacaktım ki Tekin'in hâlâ orada olduğunu fark ettim. Telefonun ucunda Serdar bir şeyler söylerken benim bakışlarım Tekin'in üzerindeydi. Yalnızca dakikalar önceki nazik ifadesi ansızın buzdan bir siperle gölgelenmişti. Kaşları çatıldı, çenesi kasıldı. Bir şey söylemesini bekledim ama tepkisiz kaldı. Kapıyı kapatıp beni odada yalnız bıraktığında, telefonu açtığım için kendime lanet etmeden duramadım.

Fakat artık çok geçti. "Ne istiyorsun, Serdar?" dedim bıkkın bir tavırla. "Biz seninle ayrıldık, farkında mısın? Bana neden mesaj atıyorsun? Üstelik sevgilim diye..."

ARHAVİLİWhere stories live. Discover now