"Hallederiz," dedi. Kaç kez yapmıştı daha önce? Bu konuda tahminimden daha mı deneyimliydi?

İçimden geçirdiğim soruların yarattığı tedirginliği gizleyememiş olmalıyım ki rahatsızca kıpırdandım. Göğsü hafifçe şişti, her hareketini kendi bedenimde hissedebildiğim bedeni kaskatı kesildi. Ve en nihayetinde istemsizce dışarı yansıttığım hislerimin etkisiyle, etrafımızı saran çember gevşedi.

Daha fazla kalamadım kollarında. Küçük bir hareketle sıyrılıp ayaklandım. Göz ucuyla yüzüne baktığımda, bakışlarının üzerimde olduğunu fark ettim. Hemen gözlerimi kaçırdım. Ortadaki geniş masaya doğru yürüdüğümde, ellerimi dakikalar önce bir kurşunun delip geçtiği ahşaba değdirdim. Oysa hemen altındaydım, biraz sola doğru saklansaydım belki de çoktan son nefesimi vermiştim.

"Nasıl girebildi içeri?" dedim bir mırıltıyla. Kabullenmek istemiyordum ama belli ki evimi de biliyorlardı. "Evimi de biliyorlar o hâlde."

"Arhavi'den yola çıktıktan sonra, buradaki adamlarıma evi kolaçan etmelerini söylemiştim. Gelmeden önce güvenli olduğundan emin olmam gerekiyordu." Ona baktım, bakışlarına öfkeyle karışık bir pişmanlık çökmüştü. "Fakat anlaşılan becerememişler. Tekrarı olmayacak."

"Şurada," dedim seranın içeriden eve açılan ikinci kapısını göstererek. "Eve açılan ikinci bir kapı var. Adam da oradan çıktı."

Oturduğu koltuktan kalktı ve işaret ettiğim kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açıp içeriye girdi. "Buradaki merdiven eve mi çıkıyor?" diye sordu içerideki küçük merdiveni göstererek.

"Evet. Ve yine evin içinde dolaplı bir kapı ile örtülüyor merdiven. Görmemiş olabilirler."

"Göreceklerdi!" dedi itiraz kabul etmeden. "Her ihtimali göz önünde bulundurmaları gerekiyordu."

Bir an düşününce anladığım şeyle kaşlarım çatıldı. "Senin adamların nasıl girebildiler benim evime?"

Hiçbir utanma belirtisi göstermeden bana baktı. "Sence?"

İnanamıyordum gerçekten. İnsan biraz olsun bari mahcubiyet duyardı. "Senin adamların girebildilerse, başkalarının nasıl girdiğini neden sorguluyoruz o zaman? Görünen o ki evim çok da güvenli değil."

"Ben sorgulamıyorum, sen sorguluyorsun. Benim sorguladığım tek şey adamlarımın yaptığı aptallık. Onu da kendi kendime sormakla kalmayacağım tabii."

Sinirle, vücudumun iki yanında yumruklarımı sıktım. "Evime benden izinsiz adamlarını soktuğun için sence de biraz utanman gerekmiyor mu, Tekin?"

Bana döndü. Duruşu kendinden emindi, ne dersem diyeyim aksini kabul etmeyecek gibi görünüyordu. "Dün akşam..." diye mırıldandı. "Seni bu süreçte koruyacağıma söz verdim. Seninle paylaşmadan bazı aksiyonlar alabilirim bunun için." Özür dilemek falan tabii ki yoktu. Paşamızın incileri dökülürdü. "Ayrıca... Evet, evin güvenli değil. Bugünden sonra bu değişecek."

"Nasıl olacakmış o?" diye sordum ama yanıt alamadan bahçeden bir bağırış yükseldi.

Tekin silahına davranacakken, "Hazel Abla!" sözlerini duyar duymaz bundan vazgeçti.

Elias gelmişti. Muhtemelen dışarıda olup biteni gördüğü anda da panikten delirmişti.

Hışımla seraya girdi. Beni gördü, sağ salim olduğuma kanaat getirmiş olmalı ki bana sımsıkı sarıldı.

"Yüreğime iniyordu," dedi nefes nefese. "Ne oldu burada böyle?"

"Anlatırım, Elias," dedim bıkkın bir tonda. Her şeyi başa saracak enerjim yoktu. Tekin'e döndüm kısa bir an. "Eve çıkalım mı?"

ARHAVİLİWhere stories live. Discover now