"Davetine girmek kolay, Hazel. Gizlice de yapabilirim bunu." Dudakları iş bilir şekilde kıvrıldı. "Ama ben gizli olmasını istemiyorum ki. Aksine! Beni o davet etmeli. Tanıyarak, görerek..."

Oturduğum yerde dikleşip elimdeki fincanı sehpaya bıraktım. Koltukta rahat bir pozisyon almaya çalışırken, "Nasıl olacakmış o?" diye sordum.

"Düşünmedim henüz." Kirli sakalını hafifçe ovuşturdu. "Bir yolunu bulacağız bakalım. Daha vakit var."

Esnememi bastıramayınca, parmaklarımı ağzıma kapattım. Saat üç olmuştu ve içtiğim kahveye rağmen çektiğim uykusuzluk başıma vuruyordu.

"Sen geceleri kâbus mu görüyorsun?" diye sordu pat diye. Dikkatli gözleri, yüzümde sanki bir cevap arıyordu. Tahmini elbette doğruydu. Adam kaçın kurasıydı resmen, bir bakışta her şeyi çözüyordu.

"Ne münasebet?" dedim hemen. Kabul etmeye niyetim yoktu. "O da nereden çıktı?"

"Bilmem. Uyumamak için direnmenin sebebini anlamaya çalışıyorum," dedi içimi okur gibi bakarken.

"Stresim geçmedi daha. Zor bir gündü malum. Birtakım badireler atlattım farkındaysan," dedim geçiştirmeye çalışarak. "Hem zaten birkaç saate sabah olur. Hemen yola çıkarız, değil mi?"

Oturduğu yerden kalkıp içeri gitmeden hemen önce, "Her şey hazır olunca çıkarız," diye yanıt verdi.

Detay soramadım. Konuşmaya mecalim kalmayınca önce kısık bir müzik açtım, sonra başımı koltuğun arkasına dayadım. Müzik hayatımın hep önemli bir parçasıydı ama son zamanlarda düşüncelerimi susturan, kâbuslarımı kovan gardiyanlardan biri olmuştu. Bakışlarım camdan dışarıdayken, Tekin'in bana seslendiğini duydum fakat ne sesime ne de bedenime söz geçirebildim. Bana yaklaştığını ise hayal meyal görebildim.

Yanıma geldi, gözlerimin üzerine düşen saçlarımı parmaklarıyla nazikçe kenara çekti. "Uyumaya çalış biraz. Yoruldun," dedi. Üzerime sarındığım battaniyeyi açtı, koltukta hafifçe dikleşmemi sağladı. Önce itiraz edecektim ama sonra beni koltuğa yatıracak ve üstümü örtecek sandım. Sabah gözlerimi açtığımda ise bambaşka bir yataktaydım.

🌊

İnsan vücudu, en bilinçsiz ânından sıyrılırken bile bulunduğu yabancı yeri algılamaya odaklıydı. Gözlerim hiçlikten, aydınlık ve masmavi bir sabaha açıldığında ben de daha önce bilmediğim bir yerde olduğumu anlamıştım. Burnuma dolan kokuydu belki bunun sebebi. Ya da belki de kulağıma çalınan deniz sesi. Huzuru çağrıştıran şeylerdi ama yine de hiçbiri başımı yastıktan fırlarcasına kaldırmamın önüne geçemedi.

Etrafıma bakındım, kocaman bir odadaydım. Odanın ortasında büyük bir yatak vardı, duvardaki büyük pencereler dışarıdaki günışığını tüm berraklığıyla içeri taşıyordu. Odanın neredeyse tamamı lacivert tonlarında döşenmişti, koyu renkleri sevmememe rağmen benim için bile göz alıcıydı.

İçinde bulunduğum yatağa çevirdim dikkatimi. Kalın yorgan, üzerinde lacivert bir battaniye ve hissettiğim değişik bir koku... Yapmadım tabii o hareketi. Yastığa elimi bile sürmedim çünkü bunu başkasının yaptığını duysam ya da görsem deli gibi dalga geçerdim. Sadece elimi dağılmış saçlarıma attım ve kendi saçlarımı kokladım. Elbette o koku saçlarıma da sinmişti. Odunsu, akılda kalıcı ve ne yazık ki fazlaca erkeksiydi.

Yataktan kalktım. Üzerimde hâlâ dün akşamki kıyafetlerim vardı. Aksi elbette ki mümkün değildi.

Dışarıdan sesler geldiğini duyunca cama doğru ilerledim. Perdeyi hafifçe açıp dışarı baktım. Ön taraftaki bahçede, masanın etrafına birkaç adam toplanmıştı. Masanın en başında elbette Tekin vardı. Çay içiyordu. Baktığımı nasıl anladı, bilmiyorum ama bir anda gözleri beni buldu, ardından oturduğu yerden ayaklandı. Kısa bir an paniklesem de sakince camdan uzaklaştım.

ARHAVİLİWhere stories live. Discover now