Zeynep ise duyduklarına inanamamıştı. Abisinin bağırmasına mı üzülsün? Yoksa onu o katille bir tutmasına mı üzülsün bilmiyordu. Gözlerini kapatmak ve bunun bir rüya olmasını görmek istiyordu.

Gözlerini sımsıkı kapatarak ona kadar saydı. Açtığında ise değişen bir şey yoktu. Berfin, kocasının elinden tutarak sakinleşmesi için dil döküyordu. Zişan Hanım ise araya girmeye çalışıyordu.

"Haddini bil Savaş. Karıma bağırmaya cüret etme. Sana saygım var ama karıma kimse... Hiç kimse bağıramaz." Ömer sesini yükselterek konuşmuştu. Bu konuşmayı yaparken de karısını arkasına çekmişti.

Zeynep ise hiçbir şey duymuyordu. Aklında sadece Savaş'ın "Senin ondan ne farkın kaldı?" sorusu yankılanıyordu. Sesler boğuk gelmeye başladığında kendisi serbest kalmış gibi karanlığa gömülmüştü.

Ömer ağa, tuttuğu elin gevşemesi ve arkasında hissettiği ile aniden döndü. Karısı yerdeydi ve ne düşüneceğini bile bilmiyordu. Hızla kucağına aldığı kadını, aşağıya doğru götürmüştü.

Gelen arabaya bindirdiği kadının başını dizlerine koyarak, kendilerini hazırda bekleyen ekiplere doğru yola çıkmıştı. Ekip tüm bilgilere hâkim olduğu için hızla müdahale odasına alırken, Ömer ağa yine dışarıda bırakılmıştı.

"İşimizi iyi yaparak, annenin ve bebeğin sağlığını korumamız lazım" diyen doktorun söylediklerine aksini söylemek istemedi. İki gündür hastane köşelerinde beklemek canını sıkıyordu. Öfkesi büyüyor ve oradaki herkesi küle çevirmeye hazırlanıyordu.

"Savaş!" diye kükredi Ömer. Kadınının her ne yaşarsa yaşasın, öfkeye tepkisi hala çocuk gibiydi. Güçlü bir kadın gibi dimdik dursa da, öfkeyle bağırıldığında güçlü kalamıyordu. Ömer ise kadınını koruyacaktı.

Ömer Savaş'a doğru öfkeyle ilerlediğinde, ellerini yumruk yapmıştı. Sıktıkça sıktı yumruğunu. Savaş ise Ömer'in ne yapacağını biliyor ve karşı durmak için hiçbir hamlede bulunmuyordu. Bunu hak ettiğine inanıyordu.

Ömer ise yumruğunu Savaş'a indirecekken durdu. Öfkesini biraz olsun dizginlemeyi başarmıştı. Bu sırada doktorun sesi duyulmuş ve Ömer hızla doktorun yanına ilerlemişti. İçinde büyük bir korku yaşıyordu.

"Zeynep Hanımla ilgili her bir detayı titizlikle inceledik Ömer Bey. Zeynep Hanımın şuan bir problemi yok. Strese bağlı olarak bir baygınlık geçirdiğini düşünüyoruz. Bir süre dinlenmeli ve stresten uzak durmalı. Bu süreci güzel geçirmezseniz, korkarım düşük tehdidi veya bir düşükle sonuçlanabilecek olumsuzluğa doğru ilerleyebilir."

Ömer'in kulaklarında "düşük tehdidi veya düşük" kısmı dönüyordu. Bir adım geri sendeledi. Herkes Ömer'i tutmak isterken, o kendini ayakta tutmak için, yanında duran Murat'ın kolunu tuttu. Doktor bile telaş içinde "Ömer Bey!" diye seslenmişti.

"Karımı görmek istiyorum doktor!" diyerek doktora döndü. Doktor onay vererek eliyle içeriyi işaret etmişti. Savaş ise bu anda yıkılmış ve duvar dibine oturmuştu. Kardeşi ve yeğeni, kendi düşüncesizliği ve öfkesiyle tehlikedeydi.

Yerinden kalkarak hastaneden çıkmış ve önüne gelen ilk taksiyle tepeye gitmişti. Kendini ifade edecek kelimeleri bile yoktu. Zaten annesinin de onun kelimelerine ihtiyacı yoktu. Demet her zaman hisseder ve gereken kelimeleri bularak Savaş'ı anlardı.

Şimdi de annesine konuşmuyor ama onun kendini hissedeceğini biliyordu. Kardeşinin yüzüne nasıl bakacağını düşünüyordu. Özür dilemek yeter miydi? Peki, Zeynep bebeğini kaybetse özür dilemek işte o zaman yeter miydi?

Arkasından gelen ayak seslerini bile duymadı Savaş. O kadar dalmıştı ki, duyduğu sesle irkilmemek için iradesini kullanmak zorunda kalmıştı. "Böyle olacağını bilemezdin" diyen ses Berfin'e aitti. Annesi de öyle derdi.

Annemin HikayesiWhere stories live. Discover now