Acımıyor. O söylemişti bunu, ses başka bir şeyden gelmemişti ama. Yeniden bakışlarımı önüme çevirdiğimde, paramedik sandığım ama tıp bilgisinin çok daha ileride olduğuna kanaat getirdiğim kadın Karam'ın elini ittirdi ve Karam bölgeye tampon yapmayı bıraktı. Üzerine atılan kurşun şans eseri parçalanarak bir parçası bacağına saplanmıştı sadece, ani kan kaybının yaşattığı şok bilincini istemsizce kaybetmesine sebep olduğunda da ondan bir daha haber alınmamıştı bunca zamandır.

Ölmemişti yani.

Tabii ki aptal Kayram Koralin, Kayradağ'ı terk edip nerede ne işi varsa onun başına dönmek yerine dağda kalmayı tercih edecekti; ne de olsa sırma saçlısı hâlâ buradaydı değil mi? Gidemezdi.

"Kız kardeşisiniz sanırım," dedi kadın doktor, beni soğukta düşüncelerimin içinde kaybolduğum andan soyutlayarak. "Endişelenmeyin, bir iki güne eski hâlinden eser kalmaz. Güçlü bir abiniz var."

"Ne münasebet, ne abisi," diye söylendim sert bir sesle. Ardından hızla döndüm ve başka bir tarafa, onlardan uzağa yürümeye başladım. "Abisiyim, evet," dediğini duymuştum Karam'ın arkamdan doktor kadına ama insanlara istediğini söyleyebilirdi, umrumda değildi. Ne o ne de yarası.

Kunt'u köşede Jandarma komutanıyla konuştuğunu görebiliyordum, her ne kadar arada gözlerini üzerimde hissetsem de yaklaşık on beş dakikadır komutanla konuşuyordu ve henüz hiç kimse buradan ayrılmak adına bir adım atmamıştı. Polat'ın bagajdan çıkardığı termal mont, atkı ve bereyle bile üşüyordum; eğer hiçbiri olmasaydı ve sahile indiğim hâlimle burada dikiliyor olsaydım bunca zamandır, yanından ayrıldığım kadın doktor muhtemelen Karam'a değil bana müdahâle etmek zorunda kalacaktı.

"Kimmiş o adamlar?" diye sordum ellerimi ceplerimde ısıtmaya çalışırken, Efes'e dönerek. İnsanların kirpiklerine kadar konuyordu kar taneleri ve en güzel Efes'in yüzünde yer buluyorlardı kendilerine, buz mavilerinin üzerinde.

Efes telsizle oynamayı bıraktı ama arka plandan kodlarla konuşan askerlerin sesleri geliyordu. "Tasmas'ın dağa adam konumlandırdığını düşünüyoruz aile evinden dolayı, Karam muhtemelen onlara denk geldi."

"İyi oldu aslında," diye mırıldandı Beren, sesi titriyordu ve üşüdüğü her hâlinden belli oluyordu. "Konum belirleyebildik. Karam'ın yaralanması talihsiz bir olay tabii."

"Kime göre, neye göre?" diye homurdandım buz tutmuş nefesimin altından, omzumun üzerinden bahsi geçen şahısa bir bakış atarken. Keskin bakan gözleri herhangi bir tehlike için etrafı süzüyordu tedavisi sürerken ama bakışlarım üzerine değdiği an şakaklarında üçüncü gözü varmış gibi bana döndü. "Belki yediği morfinden sonra devrilip götünün üstüne oturmayı öğrenir bir kez olsun."

Efes'in histerik bir gülüşün izini taşıyan soluğu beni önüme döndüren ses oldu. "Abiyle öyle konuşulmaz." Bir refleks olarak söylemişti bunu, benimle göz göze geldiğinde hiç sesli dile getirmemiş olmayı dilediğini biliyordum. "Yani sen konuş tabii de..."

"Ben arabada bekleyeceğim, hasta olmak istemiyorum," dedi Beren tok bir sesle, kollarını göğsünde birleştirmiş ve bariz bir şekilde titriyordu. Arabaya doğru döndüğünde Polat'ın ne zaman yanımızdan ayrılıp aracı çalıştırdığını bilmiyorduk ama kapıları kapatmış yanımıza doğru geliyordu. Isıtıcıyı açmak için mi gitmişti?

"Üşüyenlerin arabada beklemesi için klimayı açtım," dedi Polat, ne Beren'e ne de bana bakıyordu. Üzerinde siyah bir takım ve kalın kabanıyla dikiliyordu yalnızca; elmacık kemikleri, burnunun ucu ve dudakları kızarmıştı onun da ama soğuktan şikâyet eder gibi görünmüyordu.

SİYAM MAREWhere stories live. Discover now