2

5 1 0
                                    

''..Çünkü savaşların bir kazananı olmaz.''

Eski defterin üstündeki kim bilir kaç yıl önce yazılmış el yazısının üstünden geçti parmakları. Gözlerini kapattı, sert sayfanın üstünde kabarıklığı belli olan mürekkep izlerini hissetti. Bu satırları en son ne zaman okumuştu? Hiçbir zaman, o an hissettiği kadar net hissedemezdi bu cümleyi. Hiçbir zaman altındaki ağır anlamı anlamamıştı. Hoş, anlamaya ihtiyacı da olmamıştı, ama şimdi, omuzları bu yükün altındaydı ve vücudu eziliyordu.

Gözlerini geri açmadan önce, bir nefes kadarlık zamanda başka bir yerde olmayı diledi. Gözlerini açtığında, bu kasvetli odada değil, yeşil vadilerin çevrelediği, ufak bir köy evinde, mutlu olduğu şekilde yaşamayı hayal etti. Gerçek olamayacak kadar güzel bir hayaldi bu onun için. Ancak gözlerini tekrar açtığında, köşedeki büyük kitaplığın kenarına yaslanmış savaş taktiklerinin konuşulduğu saray odasına geri dönmüştü.

İçinde hiç bir heves, heyecan, mutluluk kalmamıştı. Hayatı boyunca, sahip olduğu şeyler için bir bedel ödemesi gerekmemişti hiç. O bir prensti, krallıktaki herkes ve her şey, küçük prensin istediklerini yerine getirmek için hazırda bekliyordu.

Aynı şeylere sahip olarak ve aynı eğitimlerden geçerek yaşamanın karşılığında, hayatını diken üstünde geçirmesi gerekecek bir geleceğe sahip olan abisini düşündü. Acaba gerçekten tüm bu siyasetlerin, çıkar ilişkilerinin ve kirli politik oyunların tam ortasında olmaktan keyif mi alıyordu, yoksa doğduğundan beri kaderinde yazılı olan, kaçamayacağı bu geleceği bir şekilde kabullenmiş miydi?

''Hayır, bunu düşünmenin anlamı yok.'' diye mırıldandı kendi kendine. Ölmüş insanların ne düşündüğünü asla bilemezdi. Bu en büyük sıkıntısıydı zaten.

Deri ciltli defteri rafa geri bırakıp ağır ağır masaya yürüdü. Haritalara, savaş taktikleri tartışılırken dağılmış, karalanmış parşömenlere dokunurken, bir kez daha iç çekti ve kendi kendine düşünmeye devam etti ve farkında olmadan mırıldandı.

''Babam neden bu savaşı başlattı?''

''Baban 34 yıllık hükümdarlık hayatı boyunca krallığımızın istikbalini riske sokacak hamlelerden kaçındı.''

Hızlıca arkasını döndüğünde, kapıya yaslanmış annesiyle göz göze geldi. Sanki dul kraliçe kazanın yaşandığı geceden sonra 30 yıl yaşlanmış gibiydi. Sarı saçları aynı şekilde kafasının üstünde toplanmış ve tacı aynı şekilde kafasının üstüne yerleştirilmişti ama bir şeyler farklıydı. Kimseye göstermemeye çalıştığı yası hala sürüyordu. Gözlerinin parlaklığını ve her daim gülen çehresini kaybetmişti. Sanki prensin karşısında farklı bir kadın duruyordu.

''Baban mükemmel biri değildi, Klayden. Ama bu savaş, bir anda verilecek fevri bir kararın ürünü değil. Bunu yaptıysa bir amacı vardır.'' ellerine baktı ve duruşunu dikleştirmeye çalıştı. ''Babana güven. Onun izinden git... Henüz taç bile giymedin ve sana bir savaş miras kaldı.''

Genç prens, annesinin gözlerinde biriken yaşları görebiliyordu. Dul kraliçenin rahatsız olmaması için ellerindeki kağıtlara döndü ve ona gözlerini silmesi için zaman verdi. Kraliçe derin bir nefes alıp tekrar konuşmadan önce, bunu kocasına çok derin bir saygıyla ve aşkla bağlı olduğu için mi, yoksa kendi içindeki karmaşayı oğluna yansıtmaktan çekindiği için mi dediğini düşünü.

Annesi, kraliçe Klea, babasıyla henüz 14 yaşındayken evlenmişti. Evliliklerinden önce tanışmıyorlardı ama ikisinin de birbirine aşık olması uzun sürmemişti. Kraliçe Klea, kocasına çok bağlıydı ve ölümünden beri ruhunun parçalandığını tek görebilen Klayden'di.

''Oğlum.'' Dedi kraliçe, odaya iyice girerek. Klyaden her zaman annesine babasından daha yakın olmuştu ama şuan onun ne düşündüğünü bile çözemiyordu.

Kraliçe bir şeyler söylemek ister gibi dudaklarını araladı, ama vazgeçerek kollarını oğluna doladı ve sarıldı.

Sarılmayalı uzun zaman oluyordu. En son ne zaman annesiyle konuştuğundan bile emin değildi. Sanki cenaze ve anma töreninden beri birbirlerinden kaçıyorlardı. Ne kadar zaman geçmişti üstünden, bir ay, bir yıl, bir asır belki de? Zaman içindeki bu büyük yumruyu küçültmeye yardımcı olurdu. Ama zaman kavramı da elleri gibi uyuşmuştu sanki. Daha ne olduğunu bilmediği bir şeyin kendisini iyileştirmesini nasıl beklerdi? Dul kraliçenin yavaş nefes alış verişlerini dinledi. Annesi için zaman akmayı çoktan durdurmuştu.

Ölüm haberinin geldiği günü çok net hatırlamasına rağmen, onun ardından olan olayları belli bir sıraya sokmakta zorlanıyordu. Sanki zihninde bir sis vardı, kendi beyninin içinde ne düşündüğünü veya ne tuttuğunu kendisinin bile görmesini imkansızlaştıran o sis. Annesinin yataklara düştüğünü. Cenaze ve anma törenlerinde soluk bir benizle en önde durduğunu.

Annesinin iyileşmesi uzun zaman almıştı. Yas kıyafetlerini en son çıkaran da oydu. Ülkenin bir şekilde eski yaşam biçimine dönmesi gerekiyordu. İlk adım yeni kralın tahta geçmesi olmalıydı, ama ölen babasının geride bıraktığı en çarpıcı miras bu işin biraz ertelenmesine neden olmuştu.

Yıllarca barış içinde yaşadıkları, sınırları komşu olan ülkeye açtığı savaş.

Klayden, bu savaşın neden başlatıldığını asla anlamamıştı, anlamasına zaman da tanınmamıştı.

Babası savaş ilanının yapıldığı gece ölmüştü.

Normal herkes, bunun bir çeşit suikast olduğunu anlayabilirdi. Klayden hariç. Aklına yatmayan çok fazla soru vardı. Emin olduğu çok şey yoktu, ama ülkelerindeki güvenlik önlemlerine olan inancı tamdı. Savaş ilanından sadece birkaç saat sonra ölmüş olması aklına yatmıyordu. Bu sarayda bir hain olduğu anlamına geliyordu.

Henüz bununla ilgilenmeye bile vakti kalmadan, savaş alanına gitmesi gerekmişti.

Tüm o cesetleri, kanın acı kokusunu ve savaş toplantılarını hatırlamak bile başının ağrımasına neden oluyordu. Hayır, buraya ait değildi. Bu savaş stratejilerinin konuşulduğu odaya ait değildi.

Hiçbir zaman hükümdar olmak istememişti. Atalarının canla başla oluşturdukları bu ülkenin kaderinin ellerinde olması onu hiç olmadığı kadar korkutuyordu.

''Git ve dinlen.'' Dedi dul kraliçe, oğlundan ayrılarak. Sanki içinde kopan fırtınaları hissetmişti. Acaba oğlunun kaç gecedir uyuyamadığının farkında mıydı? Yüzüne dikkatlice bakan birisi kolaylıkla fark ederdi bunu. Göz altları çökmüştü.

''Saraydaki muhtemel hain için hiç iyi bir imaj değil.'' Diye düşünmeden edemedi annesi odadan çıkarken. En azından onunla konuşabilmeyi her şeyden çok isterdi. Ama iç buhranlarıyla zaten ruh hali yüzünden sağlıklı düşünemeyen annesini daha fazla yormak istemiyordu.

Annesi kapıyı kapattığında masadaki yerine geri oturdu ve kafasını arkaya attı. Yalnızdı. Yalnız kalmayı istemişti ama böyle değil.

Bu kadar değil. 

the great warHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin