"Biliyor musun? Azıcık yese bile kusardı. İşkence yaparlar gibi kusardı. Zaten bir süre sonra artık o yemeklerin kokusu bile midesini bulandırıyordu" diyerek önüne döndü. Bir bardak dolusu suyu eline aldı.

"Bu su var ya, hani yaşama sebebimiz... Olmazsa öleceğimiz bu su... Annem biraz fazla su içse onu bile kusardı!" diyerek suyu masaya dökmeye başladı. Fidan hemen toparlamak için atılsa da Mehmet ağa durdurdu.

Havva çok öfkeliydi. Gözlerinden çıkan alevler, her an konağı yakabilirdi. "Hangi cüretle o kadını benim konağımda anıyor" diye içinden çemkiriyordu. "Yarın! Bunun hesabını yarın sorarım sana sümsük!" diye mırıldandı.

Havva Hanımı duyan yoktu ama Fidan anlıyordu.. Olacakları fark ettiği için, Zeynep ve gitsin buradan diye dua ediyordu. Bazı şeylere göz yummak artık ona zor geliyordu.

Mehmet ağa ise kızının söyledikleri ile o günlere gitmişti. İçinde yaşadığı o vicdan azabı görülebilse, Zeynep bunları söylemezdi. Zaten hiç kızmadı kızına. Haklıydı ama böyle olmasını da istememişti.

Zeynep bu sırada ayağa kalkarak "O konağa nasıl gittin baba? Annemi, bir oğlun olduğu halde nasıl bu kadını kuma getirerek küçük düşürdün? Al bak, bak ve oku baba! Bak ve oku! Oku ki hatırla! Benim annemin öldüğü zamanlara kadar hatırla!" diyerek masaya attı defteri.

Zeynep daha elinde tutarken tanımıştı o defteri Mehmet ağa. Hızla defteri alarak odasına gitti. Zeynep ise kendi odasına giderek, kapıyı kilitlemişti. Havva öfke ile masayı toplattırmış ve kocasının yanına gitmişti.

Kocasına zaten hep bir adım uzaktı. Hep ona mesafeliydi. Mehmet ağanın, Demet'e baktığı gibi kendisine bakmadığını biliyordu ama bakıyordu işte. Bu Havva için yeterdi ve yetiyordu.

Mehmet ağa bütün geceyi ağlayarak geçirirken, Havva daha büyük öfke ile dolmuştu. Zeynep ise ağlayarak daldığı uykuda, annesinin kokusunu hissettiği o rüyayı görmüştü.

Gün Zeynep için erken başlamıştı. Zaten hep erken başlardı bu evde günler. Sebebi ise o kadının varlığının korkusuydu. Zeynep kendisini duşa atarak başlamıştı güne. Saçlarını kurutarak, okulun son günleri için hazırlanmaya başladı.

Aslında devamsızlık yoktu ama Zeynep yine de gidiyordu. Çünkü bu evde kalmaktan daha iyiydi okulda olmak. Oyunlar oynarken, gerçekten çocuktu. Bu evde ise asla çocuk değildi. Zeynep, kimseye görünmeden okula gitmeyi başarınca kendisini mutlu hissetmişti.

Okulda Bahar ile olanları konuşurken bile içinde kendisini hazırladığı bir son vardı. O kadının bunların hesabını soracağını biliyordu ve kendisini de buna hazırlıyordu. Zaten bu son dayaklar diye kendisini teselli etti.

Okuldan çıkarken, kendi evlerinin çalışanı Fidan'ı görünce şaşırmıştı. Kendisini görünce de şaşkınlığı artmıştı. "Ne yani dövmek için daha bekleyemedi de seni mi yolladı" diye mırıldandı.

"Seninle biraz konuşalım mı?" diyerek onu bir kafeye çağırınca, Zeynep daha da hayrete düştü. Hala dayak yiyeceğini düşündüğü için de sadece başını salladı. "Nasıl olsa hazırlanmıştım. Son bu... Son. Ne kadar acıtabilir ki?" diye mırıldanarak gitti peşinden.

Bu arada Bahar odasına girerken kardeş gördüğü kıza acıyan kalbi ile Allah'a yalvarışı arş-ı titretecek cinstendi. Ağlayan kalbine gözleri de eklendi. Açtığı o minik elleri ile ettiği duayı duyan annesinin kalbi buz tuttu.

Odasına girdiği kızından tüm detayları öğrendiğinde ise kalbi çok daha fazla acıdı. Bir yetim ağlarsa arş-ı âlâ titrerdi. Titremişti... Bir öksüz kaç gece ağlamıştı, sayılmaz. Arş titremiş ama kimse duymamış ve hissetmemişti.

Bu sırada Zeynep ve Fidan bir kafede oturmuştu. Fidan, sızlayan kalbi için bu kızdan özür dilemeye başlamıştı. "Benim durumum yoktu affet... Affet ki bu yaşadıklarına sustuğumun cezasını evlatlarım çekmesin!" diyerek af diliyordu.

Zeynep onun bu haline üzülürken sorduğu soru ile Fidan tarumar olmuştu. "Neden? Dedeme söylesen o sana para verirdi. Eminim ki dayım size iş bile verirdi. Ben konuşamadım siz neden sustunuz?" diye sordu Zeynep.

Fidan'dan bir cevap çıkmayınca da konuşmasına devam etti. "Gerçi ne bekliyorum ki? Annem eziyet görürken de susmuşsun sen. Sen o zamanlarda da varmışsın. Ona sustuysan, bana hayli hayli susarsın. Ne de olsa yabancı gelinin kızı!" diyerek cevap bekledi.

Fidan susuyordu. Zaten ne diyebilirdi ki? Neden sustuğunu, neyden korktuğunu... Nasıl anlatırdı ki annesinin ölümünde parmağı olduğunu...

"Zeynep, ben artık susmak zorunda değilim. Gidiyorum ve sen hep mutlu ol. Bir haftaya İdris'imle çocuklarımla gideceğim buradan. Senden tek ricam beni affetmen. Biliyorum zor ama affet. Havva Hanımım kovdu artık beni" diyerek gözünden yaşların akmasına izin verdi.

"Neden kovdu seni?" diyerek sebebini öğrenmek istedi ama Fidan sadece ayağa kalkmıştı. Kardeşinin evine gitmek için minibüslerin bulunduğu alana doğru ilerledi.

Zeynep ise olduğu yerde kalmıştı. Kadına üzülmüştü ama affetmeye de gücü yoktu. Ne yapacağını bilmeden oturdu bir süre... Sonra da kalkarak evin yolunu tuttu.

Eve vardığında kendisini bekleyen öfkeli bir Havva vardı. Havva ise Zeynep'i görünce gülümsemeye başladı. Zaten hep gülümserdi. Ona vururken zevk alıyordu. Zeynep'i durdurduğu yer, merdivenlerin başı ve mutfağa yakın olan girişteki avluydu.

Mutfağa giderek eline gelen ilk şeyi aldı. Bakmadan aldığı şeyin kepçe olduğunu, Zeynep'e vurmaya başladığında anlamıştı ama vurduğunda acı verdiği için devam etti. Ta ki kepçenin kırılmasıyla son bulan bu dayağı yerken Zeynep yere yığılmıştı.

Mutfaktan altığı oklavayla vurmaya devam ettiği kızın sırtı ve bacaklarına vurmaktan zevk alıyordu. Kapatılması kolay olan yerlere vurarak kocasının görmesine engel oluyordu. Bugün öyle bir öfkeyle vuruyordu ki kolları, bacakları ve sırt bölgesi morarmaya başlamıştı.

Zeynep o an artık öleceğine emin bir şekilde cenin pozisyonuna geçmişti. Kendisini savunmayı bırakalı çok olmuştu ama bugün daha farklıydı. Anne özlemi ile artık ölmeye bile hazırdı.

Kabulüydü!

Ölebilirdi...

Bölüm Sonu

Oy ve yorum ile destek olabilirsiniz.

Annemin HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin