Duvara sabit görünen taş aslında duvara sabit olmadığı gibi, birde gizli bir anahtar koyma alanı gibiydi. Zeynep giden babasının peşinden gitmek istedi ama yapamadı. İçinden bir ses, o eve girmesi gerektiğini fısıldıyordu.

O an anlatılmaz bir his, Zeynep'i o eve çekiyordu. Kendine engel olmayarak içeri girmek istedi. Bahar ise onu kollayacaktı ve biri gelirse oyalayarak ses çıkaracaktı. Islık çalmayı bildiği için de ıslık çalabilirdi.

Zeynep hızla eve girdiğinde, evin boş olduğunu gördü. Zaten tahmin etmişti. "Boş olmasa neden kapıyı kitlesin? Değil mi?" diye mırıldandı. Odaları gezerken bir odanın kilitli kapısı dikkat çekmişti.

"Uzun zamandır yaşanılmadığı aşikâr olan bu evin içinde, neden sadece bu odanın kapısı kilitli? Baba ne işler çeviriyorsun?" diyerek kapının önündeki saksının etrafına baktı. Tahmin ettiği gibi de anahtar saksının altındaydı.

Odaya girdiğinde tanıdık bir koku burnuna geldiğinde, Zeynep'in gözleri yaşarmaya başladı. Dilinden ise "Anne!" sözcüğü koparak tüm odayı doldurdu. Bu koku annesine aitti. Yıllardır görmediği annesinin kokusunu bu kadar iyi hatırlaması imkânsızdı.

Zeynep bu durumun güzelliğine bile ağladı. Annesinin gözlerini, yüzünü bile hatırlamak için, gizli saklı annesinin fotoğrafına bakıyordu. Kokusuysa daha burnuna çarptığı anda kendisini hatırlatmıştı.

Odada biraz gezinince bu evin annesinin ayrıldığı evi ve bu odanın ise onun odası olduğunu anladı. Annesinin babası ile olan fotoğraflarına bakınca "Gerçekten de sana çok benziyorum, değil mi anne?" diye mırıldandı.

Odanın içinde gezinirken eline komodinin üzerindeki defteri aldı. Bu annesinin buradaki günlüğüydü. İçindekileri merak ediyordu. Babası ile o kadın nasıl evlenmişti, annesi buna nasıl izin vermişti...

Zeynep'in bu hikâyede bilmediği ve soramadığı çok şey vardı. Yanına aldığı günlük ile yavaşça evden ayrıldı. O kadar zordu ki bu evden ayrılmak, anlatamazdı. Bir ömür o kokuda yaşamak isterdi.

Bahar ile odasına giderek gizlice bu günlüğü okumaya başladılar. Artık odasında vakit geçirirken sıkılmayacağı bir aktivite bulmuştu. Annesi babası ile tanıştığı günleri bile bu günlüğe yazmıştı.

Zeynep, okuduğu o aşk romanları gibi başlayan bu aşkı okurken, fazlasıyla mutlu hissediyordu. En azından annesi mutlu olmuştu.

Günler geçmiş ve Zeynep günlüğü bitirmişti. Üç gün... Tam tamına üç gün içinde okuduğu günlükte yazanlara inanamamıştı. Okulunun bitmesine iki gün kala artık "Ne olacaksa olsun!" diyerek oturdu akşam yemeği masasına.

Zeynep o kadar aç bırakılmıştı ki, artık istese de çok yemek yiyemiyordu. Bu yüzden de onu yemek masasında görünce Mehmet ağa, hem şaşırmış hem de sevinmişti. Zeynep'in ise yüz ifadesi çok farklıydı.

Önüne koyulan yemekleri yemek yerine dalgınca oynamaktan başka hiçbir şey yapamadı o an Zeynep. Bir süre sonra başka yemek koyulunca, ona da bakmadı. Sadece çatalı ile oynamaya devam etti.

Ateş bu duruma kayıtsızken, Havva Hanım sinirliydi. Ziyan olan yemekleri bile dert ediyordu. "Yarın hesabını sorarım ben. Sen çok şımardın artık!" diyerek kendi kendine sinirini yenmeye çalışıyordu.

Mehmet ağa ise "Kızım sevmediysen istediğin bir şeyi pişirsinler" diyerek Zeynep'e baktı. Zeynep o an kendisi ile konuşan babasına baktı. İçinde bir acı ve tiksinme vardı. "Bu adam, benim babam bu adam olamaz!" diyordu içinden.

"Baba, biliyor musun? Annem son zamanlarında asla yemek yiyemedi. Şimdi hatırlıyorum da, ne çok zorlanmıştı benim annem. Biliyor musun bilmem ama canının istediği yemekleri bile yiyemezdi" dediğinde gözünden akan yaşları sildi elinin tersi ile.

Annemin HikayesiWhere stories live. Discover now