58. KALP KALBE 🤍

52 3 12
                                    

"Joseph'in bu kadar parası olduğunu bilmiyordum," Lee elinde nereden bulduğunu bilmediğim elmayı cebinden çıkarıp bana doğru fırlattı. "Benim vardı, teşekkür ederim." Yine de büyük bir ısırık almaktan vazgeçemedim. Bedava mal hiç de göz çıkarmazdı. "Afiyet olsun hanımefendi..."

"Adın ne yabancı?" Bu ani soru karşısında şaşırmıştım ancak bunu belli etmek istemedim. Martin hiç de dışarıdan göründüğü gibi pasif biri olarak çıkmamıştı oysa Lee'den emir aldığı sırada onu çok daha kolay kandırırım diye düşünmüştüm. Tamamen önyargılarımın kurbanı oluyordum. Birinden emir alıyor olması onu pasif, iş bilmez yapmazdı ki...

İsmim konusunda yalan söylemedim. "Mia."

"Bir haber için bu kadar yolu gelmen çok şaşırtıcı, Mia." Lee bağdaş kurmuş Martin'in yanına oturmuştu.

"Katılıyorum, neden bize gerçeği söylemiyorsun Mia Ceny..." devamını Lee getirdi: "Joseph'in kızı..." Martin'in neden gülümsediğini şimdi anlıyordum.

Soyadım... Onlar beni biliyordu! Hızla ayağa kalkacağımda kolumu kuvvetli bir tutuşla tuttu, oturduğum yere savruldum. "Bana dokunmayın!" Martin kolunu serzenişimle çekti. "Sana zarar vermeye niyetimiz yok Mia. Otur ve bizi dinle." Bana şu dakikaya kadar zarar vermemiş olmaları bu dakikadan sonra vermeyecekleri anlamına gelmiyordu.

"Size güvenmiyorum," dedim. Martin garip bir şekilde kahkaha attı. "Biz de sana güvenmiyoruz, otur şuraya!" Yükselen sesi sinir bozucuydu. "Bana emir veremezsin sen! Kimsin!" Gizlediğim bıçağı çıkardım. "Bana bir daha izinsiz dokunursan acımam saplarım sana!"

"Hey, hey bir sakinleşir misiniz artık!" Lee aramıza girdi, bana fazla yaklaşmadı. "Sen de çeneni kapa Martin!" Susup arkasını dönecekken kendimi tutamadım. "Böyle emir alırsın işte!"

"Kız sen de sussana!" dedi Lee.

"Kız mı?" Tek kaşım havaya kaktı, "Hanımefendiye ne oldu?"

"O bir beş saniye falan önce karşımda bıçak çekince hanımefendi olmaktan biraz uzaklaşmaya başladı..." Dil çıkarıp elimdeki bıçağı salladım. "Bana emir veremezsiniz ben askeriniz değilim bu bir, benimle konuşurken karşınızda bir insan olduğunu unutuyorsunuz bu iki, beni nereden biliyorsunuz bu üç..." Dördüncü maddeyi söyleyecektim ancak Daniel kişneyerek yanıma geldi. Onu bağlamamakla ilk defa doğru bir şey yapmıştım. Benim oğlum her zaman dostunun yanındaydı. Tek kelimemle onları ezer geçerdi.

"Sana saygısızlık etmek değildi amacımız." Arkasını dönüp bizden uzakta durup sakinleşmeye çalışan arkadaşına bir bakış atıp, "Karısından ayrıldı," dedi. Sesi git gide kısılıyordu. "Şu aralar kadınlara nazik davranma konusunda epeyi bocalıyor..."

"Seni duyuyorum!" Arkası dönük olmasına rağmen dinliyordu tabii ki!

Elimdeki bıçağı sıkarak biraz eğildim, şimdi gözlerimdeki karanlığa daha iyi çekilebilirdi. "Kimsenin sorunu beni ilgilendirmez, gitsin yüreğini yakanlara ateşini kussun." Ona baktım. "Yüreğin yangın yeriyse ateşini alevlerle söndüremezsin. Her kadın karın değil, belki de suç sendedir. Öfkeyle kalkan birisine benziyorsun..."

Bakışları boynunu yana eğmesinden dolayı sola dönüktü ve kavisli burnunu içine doğru çekiyordu. Belki de içine ağlayamadıklarını çekmek değil anlatamadıklarını çekiyordu.

"Öfkenle konuşturacağına kadınları sakinliğinle konuştur biraz." Bıçağı Lee'nin göğsüne değdirip geriye çekildim, sırtımı ikisine döndüm.

"Her şeyin var ama mutluluğun yok değil mi?" Daha çok burnunu çekti. Ağlıyor muydu? O an için kendime öncelik verdiğimden ve gururumu asla çiğnemeyeceğimden geri dönmedim. Belki de karısını çok ağlatmış bir adamdı, belki de bir kadına yüzlerce hayal kırıklığını yaşatan o erkeklerden yalnızca bir tanesiydi, belki de yalnızca kendini ifade edemeyen bir adamdı. Belki de bunların hiçbiri değildi. Silahlarıyla konuşup durmaktan sevgisini yalnızca kurşunlarla ifade ediyordu.

SATIRLARIMDAN BİR SEN GEÇTİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin