Kapıya vardığımda elim sürgüye gitti ve aralayamadan duydum sesini. Sırtımdan soğuk bir ürperti geçti. Yaşım kaç olursa olsun ondan bu derece korkacağımı bilmek içimde kalan son umudu da yıktı geçti.

"Bu sefer o kadar da kolay değil, ha?" Nefesimi verirken dudağım titredi. Ağlamak istiyordum. Deli gibi ağlamak, beni bırakmasını dilemek istiyordum. Ama yaparsam gururumun beni terk edeceğini düşündüm. Sessizce arkama döndüm. Karşımdaydı yine. Hiçbir zaman toplamadığı saçları ve kahve gözleriyle bana bakıyordu. Bir evlada değil de düşmana bakar gibiydi bakışları. Ben bunca yıl nasıl fark edememiştim?

"Bırak beni," sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Alaya alırcasına güldü. "Bırak gideyim." Dilini şaklattığında bıkkınlıkla gözlerimi yumup açtım. Burada olmamalıydım, korktuğum şey gerçekleşmemeliydi.

"Annenden mi kaçıyorsun? Yapma ama ben senin annenim." Bunları gerçek bir duyguyla değil de ona muhtaç olduğumu belirtircesine söylüyordu.

"Burası bana göre değil."

"Bu ev senin evin."

"Artık değil." Sinirlendiğini görebiliyordum. Sinirlenince dişlerini sıkardı, yine aynısını yapıyordu. Yavaşça bana yaklaştı. Benden iki el boyutu kadar kısaydı. Önümde durduğunda ne yapacağımı bilmiyordum.

"O aptal hırsızın olduğu yer mi senin evin?" İlk duraksadım. Her daim kelimelerinden bir hakaret, üstünlük ve bilmişlik akardı.

"O aptal değil." Dudağının bir köşesi keyifle kıvrıldı.

"Kesin sarı oğlan için de aynısını düşünüyorsundur." Gözlerinin içine bakıyordum. Cevap vermek manasızdı. Ne dersem diyeyim küçümseyecek, alaya alacaktı. Sözlerimin bir değeri yoktu. "Neyse ki saçma düşüncelerinden arınacaksın." Geriye doğru bir adım attığımda sırtım kapıya yaslandı. Tam da düşündüğüm gibi çıkmıştı. Unutturacaktı. Vance ile yaşadığım güzel anıları, tüm kaçışımı, cesaretimi, Will ile olan harika olaylarımın hepsini. Başımı sağa sola salladım, ardından bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha.

"Yapamazsın, olmaz." Bilmiş bir şekilde tek kaşını kaldırdı.

"Çok da önemli anılar değil, elbette olacak. Engelleyebilir misin?" Başımı tekrar salladım. Engelleyemezdim. Unutmak istemiyordum, Bert'in masum yüzünü de unutmak istemiyordum. Hiçbir şeyin hafızamı terk etmesini istemiyordum.

"Yapma, bırak gideyim. Ne istiyorsan veririm."

"I-ı, olmaz. Şimdi, öncelikle bana incilerden vermen lazım," Elini kaldırıp avucunu yüzüme doğru doğrulttu. "Kendi isteğinle verirsen senin için daha iyi olur." Ağzımı açıp reddecekken kapı sesi duyuldu. Annemin başının üzerinden baktığımda onun odasından Christian'ın çıktığını gördüm. Bakışlarımın üzerinde olduğunu biliyordu ama bana bakmıyordu. Başı gururlu bir şekilde havadaydı. Annemin önünden çekildim ve ona doğru ilerlediğimde bakışları beni buldu.

Kin? Öfke? Nefret?

Bir bakış, üç duyguyu barındırabilirdi. Bunun en büyük kanıtı Christian'dı.

"Neden?" Ağzımdan sadece bir soru çıkabilmişti. Bana baktı ve tek kaşını havaya kaldırdı. "Ne, neden?" Alaya alıyordu ve bu durum kanımın fokurdamasına, dişlerimin gıcırdamasına sebep oluyordu.

"Neden bu öfke? Yıllardır içinde dinmeyen bu kin niye?" Kısa bir an anneme bakıp tekrar bana yöneldi.

"Sana bu duyguları beslediğimi düşündüren nedir, Perla'cım?" Arkamı dönüp anneme baktığımda bir tepki almadım. Bana ilk defa ismimle seslenmişti. Ne yani, annem burada olduğu için miydi? Onun gözünü boyuyordu.

DUDAKLARIN KARARACAKWhere stories live. Discover now