9. Bölüm: Gecenin Yıldızı

20 20 0
                                    



Babam göz aynasından arabanın arka koltuğundaki bana bir bakış fırlattı. "Giyecek daha iç açıcı bir şeyler bulamadın mı?"

"Söylediğin onca şeye rağmen seninle gelmiş olmama sevinmelisin bence," diye karşılık verip babamın ağzına bir homurtu yerleştirdim. "Hem neyin açık arttırmasıymış bu akşam akşam?"

"Açık arttırma olduğunu biliyordun maden neden cenazeye gider gibi giyindin?"

"Teşekkürler," diye tersledim ve gözlerimi devirdim. "Çok tatlısın."

Abartıyordu. Üzerimde siyah tek tarafı yırtmaçlı üzerime tam oturan bir elbise ve hafif parıltılı siyah bir bolero vardı. Siyah stilettolar, siyah el çantası, siyah dirseğin üzerine uzanan eldivenler, siyah dumanlı göz makyajı...pekala. Belki de haklıydı.

Fakat cenazeye gidiyor gibi falan da durmuyordum!

Yol boyunca da kaşlarını çatmış bana dik dik bakmaya devam etti.

İstikametimize varana kadar aramızda başka hiçbir konuşma geçmedi.

Arabadan inerken, "Yanlış anlamama ama," deyip kapıyı benim için tuttu. Yüzü kaskatı ve omuzları gergindi. İfadesi, bu akşam ile ilgili bana anlatmadığı başka neler olduğunu merak etmeme sebep oldu. "Burada olmanın sebebi benim artı birim olman değil."

İnmek yerine durup ona dik dik baktım. Sanki bu kasabada tanıdığım ondan başka açık arttırma meraklısı vardı da. Belki örgütten üç beş züppe. Ama onları da iyi tanımıyordum. "Öyleyse kimin artı biri olmak için buradaymışım?"

"Benim." Hazar geçen günün aksine açık renklerdeki çivit mavisi takımının içinde arabamıza doğru büyük bir adım attı. Gözlerimiz buluştuğunda yüzü farkındalıkla aydınlandı ve yüzüne bir sırıtış yerleştirdi. "Bak sen kaderin cilvesine."

Şaşkınlıktan çenem neredeyse yere düşecekti.

"Hazar ve babası Savaş Demirel en saygın müşterilerimden," diye açıkladı babam. "Ricalarını kıramadım."

Bir hışımla ayaklanıp babama döndüm. "Ne demek onun artı biriyim?"

Hazar zehir yeşili gözlerinde eğleniyormuş gibi parıltılarla kolunu uzattı. Babalarımızın ağır bakışları altında mecburen koluna girmek zorunda kaldım. Kulağıma doğru eğildinde karanlık yasemin ve portakal kokusu burnumu doldurdu. "Sen söylemezsen ben de söylemem."

Dişlerimi gıcırdattım.

Kaya Yaman sürekli kontrol amaçlı arkasını dönüp durduğundan sözcüklerimi sahte gülümsemelerle döşedim. "Sence kızına uyuşturucu vermeye kalktığını bilse seni hangi yollarla ikiye doğrardı dersin?"

Hazar kıkırdadı, sesinin dokusunu anca saten tanımlayabilirdi. "O varilde uyuşturucu olmadığını bilmediğimi mi zannediyorsun?"

Afalladım.

"Seni gördüğüm anda anladım. Bu kadar güzel bir yaratığı sadece dikkatimi dağıtmak için karşıma dikmiş olmalılardı."

Nefesim boğazıma takılıp kaldı. Dilimin ucuna hoş olmayan sözcükler sıralandı. Babam sırtımdan hafifçe ittirerek dikkatimi dağıtmasaydı eğer onları pişmiş kelle gibi sırıtan oğlana savurabilirdim.

Kapının eşiğinden içeri adım attığımızda, gözlerim renklerin ve canlılığın şaşırtıcı bir birleşimiyle karşılaştı. Zaten kimlerin yanında olduğumu düşünürsek odağımı ancak böyle bir manzara değiştirebilirdi. İç mekan, sanki bir tuval üzerine yaratıcı bir ressamın fırçasıyla serpiştirilmiş gibiydi. İnsanların giydikleri kıyafetlerin her biri birer sanat eseri gibi duruyordu; canlı turuncular, dalgalı maviler, zarif yeşiller ve ipeksi pembelerle dolu bir palet gibi görünüyordu. Bir sosyete davetinde olduğumuza şüphem yoktu. Ne de olsa İstanbul'daki yaşantımdan bunlara alışıktım. Egonun kokusunu yüz metre öteden alırdım. Yine de böyle bir etkinlikte bulunmayalı uzun zaman olmuştu. Paslanmış olmalıydım.

PORSELEN KALPWhere stories live. Discover now