1. Bölüm: ölmeden önce son on gün

6 0 0
                                    




Daha on günüm var yaşamak için. Bu on gün içinde yapamadıklarımı yapacağım. Hissedemediklerimi hissedecektim. İlk ve son defa. Odamı güneş aydınlatırken uyandım sabah. Yüzümü soğuk suyla yıkadım. Hava bugün de sıcak olduğu için üstüme siyah crop, altıma da açık mavi renginde olan kot şortumu giydim. Gözlerim boynumdan asla çıkarmadığım kolyeye takıldı. Bu kolyeyi annem hayattayken bana özel olarak yaptırmıştı.18. doğum günümde bana vermişti.kolye kalp şeklindeydi ve üstünde büyük harflerle ismim yazıyordu. Kalp şeklinde olan bu kolyenin en güzel özelliği ise kolyenin açılmasıydı. Annem o gün bana kolyeyi verir vermez bir tarafına onun fotoğrafını diğer tarafına kendi fotoğrafımı koymuştum. Her sabah olduğu gibi kolyeyi açıp annemin fotoğrafını öptüm. Biliyordum uzaklardan bir yerlerden izliyordu beni. Kolyemi kapattıktan sonra odamda bir kâğıt parçası ve kalem aradım. Bugün o listeyi yapacaktım. Son on günümü ne yaparak geçireceğimi yazacaktım o kağıda ve o kağıt benim kaderim olacaktı. Sormayın bana bir kâğıt parçası kaderini belirleyebilir mi diye. Belirleyebilir, belirleyecekti. Boş beyaz kağıda baktım neler yazacağımı az çok biliyordum zaten doktorlar zamanımın daraldığını söylediklerinde kafamda çoktan bir plan oluşmuştu. İşte listem şu şekilde:

Ölmeden önce yapacaklarım

1- Saçını boyat

2- Blmediğin bir yerde gün batımını izle

3- Paris'e git ve Eyfel kulesinin en üstüne çık. NOT: bunu korkmadan yap

4- Sokakta gördüğün bir yabancıya ya da bir sokak hayvanına yardım et

5- Son konserine sanki ilkiymiş gibi git ve eğlen

6- Daha önce gitmediğin bir restoranda daha önce tatmadığın bir yemek ye

7- Bir gün çocuk esirgeme kurumuna git ve ordaki çocukların hepsine çikolata dağıt, onlarla vakit geçir

8- Eski arkadaşlarınla görüş

9- Roma'ya git ve aşıklar çeşmesinin önünde akşam şarabını içerken son bir günüm diye bağır

10- En büyük hayalin olan kitap çıkarma hayalini gerçekleştir. Senin yazdığın bir kitabın raflarda yer almasına şahit ol.

Büyük ihtimalle hepiniz şu an niye ölmeden önce yapılacaklar listesi yaptığımı merak ediyorsunuz. Ben akciğer kanseri hastasıyım. Sekiz yaşımdan beri tedavi görüyorum şu an yirmi üç yaşındayım. Bir zamanlar tedavilerin işe yaradığını düşünmüştüm ama yaramıyormuş. Kaç tane ameliyat geçirdiğimi, kaç akşam hastanede kaldığımı hatırlamıyorum bile. Benim hayatım hep o hastanenin beyaz, soğuk duvarları arasında geçti. En son hastaneye gittiğimde doktorlar hayatta kalmam için bana %15'lik yaşama şansı vermişlerdi. Doktorlar o gün beni hastanede tutmak istemediklerini, elbette istersem kalabileceğimi ve onların da elinden geldiğince yardımcı olmak istediklerini söyledi. "Zamanın daralıyor Hazal" demişlerdi o gün bana . Kararı bana bıraktılar ve ben özgürlüğü seçtim. Doktorlara daha fazla burda kalmak istemediğimi söylediğimde çıkış belgemi ve diğer belgeleri elime tuttuşturdular. O gün 15 yaşındaydım ve iç sesim bana o gün "15 yaşındasın ve ölmek üzeresin Hazal" diyordu. İç sesim bilmiyordu ki elimden hiç bir şey gelmiyordu. İşte benim de hikayem böyle. O günden beri bu listenin hayalini kuruyorum. Listeme bir kez daha baktım ve gülümsedim.Biliyordum ki bu hayatta her şeyin bir başı ve sonu vardı. Benim yaşamımın son on günüydü belki de ama aynı zamanda yeni bir başlangıcın ilk on günü. Bir şey nasıl hem bir ilk hem de son olabilirdi ki? İlk maddeyle bugün başlayacaktım. Kaybedecek zamanım yoktu. Hayatımın bu evresinde zaman benim kuklamdı ve ipleri benim elimdeydi. Saçlarımı hep boyatmak istemişimdir aslında ama asla cesaret edememiştim. Aklımda bir saç rengi yoktu aslında . Direkt kuaföre gidip ordaki katalogdan gözlerim kapalı bir şekilde rastgele bir saç rengi seçecektim. Kader belirleyecekti saçlarımın rengini. Beyaz spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdim ve dışarı çıkar çıkmaz güneşin yakıcı sıcaklığını tenimde hissettim ama bundan rahatsız ya da şikayetçi değildim. Aksine hoşuma gidiyordu. Kuaföre girdiğimde esmer, kıvırcık saçlı bir kadın gülümseyerek karşıladı beni. Ben de gülümseyerek "günaydın, renk kataloglarını görebilir miyim?" diye sordum. Kadın "tabii ki de hemen getiriyorum. Siz şöyle oturabilirsiniz." Dedi kahverengi sandalyeyi göstererek. Gösterdiği sandalyeye oturdum. Kadın yanıma geldiğinde renk kataloğuna bana uzatırken "nasıl bir renk düşünüyorsunuz?" diye sordu. Ben de gülerek düşünmüyorum aslında dedim. Kadın bana anlamayan gözlerle baktığında ben de açıklama gereği duydum. " şöyle ki benim bu hayatta on günüm kaldı ve bu on günde daha önce yapamadıklarımı deneyimlemek istiyorum. Bunlardan birisi de saçlarımı boyatmak ama rastgele seçicem rengini." dedim. Adının Ayça olduğunu öğrendiğim kadın üzgün ve düşünceli bakışlarla uzaklara dalmıştı. Aklına bir fikir gelmiş gibi bir anda oldukça coşkulu bir sesle buldum dedi. "Hanımefendi isterseniz şöyle yapalım ben sizin saçınıza gidecek rengi biliyorum. Sizin rastgele seçtiğiniz renk ile tüm saçınızı boyarız aralarını da benim seçtiğim renkle boyarız. Böylece hem sizin istediğiniz olur hem de beni hatırlarsınız." dedi. Ayça hanımın bu güzel düşüncesini geri çevirmek ayıp olurdu dolayısıyla ben de onayladım. Saçlarımın gerçek rengi koyu siyahtı. Ayça Hanım da bana kiraz renginde bir saç renginin yakışacağı fikrindeydi. Sıra benim seçimimdeydi. Kataloğun en renkli sayfasını açtım. Gözümü kapadım ve parmağımı aşagı-yukarı hareket ettirdim ve durdum. Yoğun kırmızı diye bir renkte durdum. Ayça hanım da meraklı bakışlarla omzumun üstünden kataloğa bakmış ve hafifçe gülümsemişti. "Bu renkler birbiriyle çok yakışır." dedi. Anlaşılan kırmızılanacaktım. Siyah saçmın hepsini boyatmak istediğimden emindim çünkü eski hayatımdan hiç bir iz istemiyordum. Ayça Hanım önce saçlarımı yıkadı sonra uçlarının kırılmış kısımlarını kesti. Ayça Hanım benim saçımı kesmekle uğraşırken başka bir kadın da boyaları karıştırıyordu. Saçımın boyanması uzun sürmemişti. Son haline aynada bakıp gülümsedim. Bu kesinlikle aynı ben değildim. Saç rengi ne kadar çok değiştiriyordu bir insanın dış görünüşünü. Oturduğum koltuktan kalkıp Ayça Hanıma çok güzel bir iş çıkardığını ve borcumun ne kadar olduğunu sordum. Ödememi yaptıktan sonra Ayça Hanımla vedalaştım ve vedalaşırken kendisini unutmamı söyledi. Ben de gülerek "sizi nasıl unutabilirim ki, saçlarıma her baktığımda, kırmızı rengini her gördüğümde sizi hatırlayacağım." dedim. Kuaförden çıktığımda hava hâlâ daha sıcaktı ve başım dönmüştü. Kuaförün hemen yanındaki marketten soğuk bir kahve aldım kendime ve eve doğru yürümeye başladım. Kafamı dağıtmam gerekiyormuş gibi hissetim o yüzden cebimden telefonumu çıkarıp müzik listemden bir şarkı açtım. Labrinth'in "Jelous" şarkısını açarak uzaklara daldım. Yağmuru kıskanıyorum diye başlıyordu şarkı. Acaba ben de kıskanır mıydım yağmuru, güneşi, rüzgarı? "ama hep geri geleceğini ve bana bulduklarını ( kalp kırıklığı ve üzgünlüğü) anlatacağını düşünürdüm." diye devam ediyordu şarkı. Eve gelmiştim. Cebimden anahtarları çıkardım ve kapıyı açtım. Odama girip sıramın üstündeki kağıda baktım. İlk maddeyi tamamlamış olmanın mutluluğuyla saçlarını boyat maddesinin yanına artı işareti koyup üstünü çizdim. Kitaplığın rafında duran ilaç kutumu elime aldım ve içinden bir hap çıkararak suyla hapı yuttum. Uykunun kollarına teslim ettim kendimi. Bugünlük bu kadar yeterdi. Belki bir gün ayı ve yıldızları izlerdim ama bugün o gün değildi. Belki öbür dünya da severlerdi beni ama şimdi değil. Biliyordum her şeyin bir zamanı vardı ve içimdeki ses bana beklememi söylüyordu ve ben de o sese güvenerek uyudum.

Herkesin Bir hikâyesi varWhere stories live. Discover now