Kanatların Olmadan Da Uçabilirsin

14.2K 270 15
                                    

Bir bavula neleri sığdırabilirdim en fazla? En sevdiğim topuklularımı ve çizmelerimi almıştım ilk önce. Çünkü ayakkabılar vazgeçemediğim tutkumdu. Üstelik satıldığında iyi para edebiliyordu. Geriye kalan boş yerlere Jean, bluz, deri ceket ve bir kışlık mont koymuştum. Tıka basa dolu valizin bir köşesine de zorla iliştirdiğim keseye sakladığım para ve ziynet eşyasını koymuştum. Ne az ne de çok almak istemiştim ama sanırım bir araba alacak kadar parayı ve takıyı aç gözlülükle bavuluma saklamıştım. Yolun başında aç veya açıkta kalmanın korkusu sarmıştı içimi. Korkum nefsime yenik düşmeme neden oluyordu ama şuan bu kararımdan pek pişman değildim. Çünkü ben bu bavula hayallerimi, umudumu, geleceğimi ve cesaretimi sığdırmıştım. Bu uğurda ne yapmam gerekiyorsa onu yapmakta asla çekinmeyecek ve asla korkmayacaktım. Hayallerimi ben yaşayacak umudumu başkalarına kurban etmeyecek yürüdüğüm yolda kendi kararlarımla hayatıma yön verecektim. Bir  başkasının boynuma doladığı iple çekiştirilip durmayacaktım artık.

Aldığım her nefesin hesabını vermek yeterdi.

Yaratandan kaderimi bana vermesini istiyordum. Uçsuz bucaksız bir hayat değil kendi kabuğumda kendi çatlaklıklarımla kendimle mutlu olmak istiyordum.

Bavuluma sığdıramadığım çok az şey vardı.

Özlem.

Beni yaralayıp yarı yolda bırakacak yegane düşmanım. Sırtıma sarılmış kuvvetli kolların sıcaklığı hala bedenimde asılı dururken özlemin, eşiği bile geçmeden burnumu sızlatması yolumda ki en büyük engeldi. Yüreğime oturmuş bir dağ gibiydi. Boğazımda kalan son lokma gibiydi. Gözlerime inen son perde gibiydi ama beni asla öldürmeyen yaramdı. Belki huzuru ve mutluluğu özleyecek yalnızlığımla üzülecektim ama yolum bana ait olacaktı. Aldığım her nefesin kendim için aldığımı bilecek ve kendi
hayallerimi yaşatacaktım birilerine söz verdiğim gibi.

Bir bavula sığdırdığım ve sığdıramadığım onca yükle yeni hayatıma yürüdüm. Kaçmak bir yere kadardı, şimdi kendi hayatıma renk verecek bütün hayatı kendim için yeniden öğrenecektim.

***
Sabrı kendime dost edindim bu yolda. Dilini izini suyunu bilmediğim bir şehirdi Mardin. İki gerdanın arasına sığınan tarihin medeniyetin ilk şahitlerinden. Toprağında nice hikayeleri barındırdığı kurak ama gönlü ateşten olan yeni yuvama ayak basmış bulunuyordum.

Otogarın sabahki telaşlı kalabalığından sıyrılarak şehrin tenha bölgesine doğru koyuldum. Bilindik uğultulara karışan şiveler, ağlayanlar, zılgıt çalanlar ve uzaktan kulağıma dolan ağıt yakanlar şehrin en güzel rengi olmuştu. Belki birileri kızını oğlunu karşılıyor yada uğurluyordu. Yabancı değildim bu dile ama telaffuz etmesi oldukça zordu. Boğazdan gelen bir ses bir bölgenin karakteri olabiliyordu.

Üzerimde dolaşan meraklı bakışları hissedebiliyordum ama yok sayarak bir taksi görme umuduyla başımı kaldırdım. Yolun karşı tarafında sıralanan taksilerden biri sırası gelmiş olacak ki beni görmesiyle hareketlendi.

Yanımdan geçen insanların merakla bakmasını az çok anlayabiliyordum. Diz üstü çizmelerim beyaz pantolonum ve deri ceketimle oldukça onlardan farklıydım. Kadınları fistanları, geniş oyalı tülbentleri ve siyah sürmeleriyle şehrin birer simgesi gibiydiler adeta. Erkeklerin ileri yaşlıları ise şalvar ve başına sardıkları poşularla burası Mardin diye bağırıyorlardı. Bir aşiret bölgesi olduğu için bir çok insanın görüp geçirmiş halleri bakışlarına yansıyordu. Keskin ve uzun bakışlarıyla karşısındaki insanı çözebilme kabiliyetine sahip olabildiklerini görebiliyordum. Ve bu beni oldukça tedirgin ediyordu. Yakalanmak benim için bir uçurumdan atlamakla aynı şeydi.

Doğunun Rüyası Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin