O an aklıma, yaşadığım bunca olaya rağmen hâlâ yanımda göremediğim Gökçe geldi. Yol boyunca, acaba ben mi fazla abartıyorum, diye düşünmüştüm ama karşılaştığım manzara cevap niteliğindeydi resmen. Bir tarafta sevgilisinin yanından ayrılıp en yakın arkadaşına bundan sonra olacaklar için teselliye gelemeyen Gökçe; diğer tarafta arkadaşının istifa ettiğini maçtan hemen sonra öğrenmesine rağmen soluğu onun yanında alan Altay.

Demek ki gerçek dostluk böyle bir şeydi.

Belki de son birkaç saattir öfke küpü gibi dolaşma sebebim tam olarak buydu, Gökçe'nin bu hareketini aklımdan çıkaramıyordum. Aklımdan çıkaramadığım için de devamlı sinirleniyordum ve bu artık bir döngü hâline gelmişti. Bugün hayatım boyunca unutamayacağım şeyler yaşamıştım ama yine en büyük olay en yakınımdan patlak vermişti işte.

Ne? Abartıyor muyum?

Bunları asla onun yüzüne vurmazdım ama şimdi düşününce benim bu zamana kadar Gökçe'nin yanında olmadığım tek bir gün yoktu. Sevgilisiyle yalamaya dönen ilişkisi sonucu günaşırı ondan ayrılıp teselli için benim yanıma geliyordu bu kız. Ailesiyle yaşadığı sorunlarda da ilk koştuğu isim benden başkası değildi.

Ama bunca şeye rağmen ilk vazgeçeceği kişi de ben olmuştum.

Ula hayat...

"Tikin mi var?"

Duyduğum cümle üzerine kafamı hafifçe kaldırıp Altay'a baktığımda yüzümde anlam veremeyen bir ifade olduğuna emindim. Bununla orantılı olarak "Anlamadım?" dediğimde fark ettiğim bir diğer şey de odada ikimizin kalmış olmasıydı.

Buğra ne ara kaybolmuştu? Daha da önemlisi, ben onun kaybolduğunu bile fark etmeyecek kadar nasıl dalmıştım?

Bakışlarıyla işaret ettiği yere döndüğümde yine fark etmeden dizimi salladığımı gördüm. Genelde stresli ve endişeli olduğum durumlarda yaptığım bu hareketi şimdi niye yaptığım ise çok açıktı.

Aklımda Fatih Terim'in 'Yazıklar olsun. Söyleyecek başka hiçbir kelimem yok. O kadar sinirli ve moralim bozuk. Hiç tadım yok yani.' sözleri dolaşırken "Fark etmemiştim." dedim ve zor da olsa durdurdum dizimi ama bu hiç iyi hissettirmiyordu.

"Endişene hak veriyorum."

Aniden duyduğum bu cümleyle beraber başımı kaldırdım ve kadrajıma aldım onu. Hiç durmadan devam etti: "Ama yine de iyi yönüyle düşün. En azından istifa etmeye cesaret edebildin. Bu çok büyük bir adım."

Az önceki gerginliğim kaybolurken iç geçirdim. "Ya... Sen onu bir de bana sor."

"Neden öyle düşünüyorsun ki?" dediğinde sesi ilgiliydi. "Sonuçta istemediğin bir işti. Bıraktın."

"Her şey bu kadar basit değil."

"Bu kadar zor da olmamalı."

Samimiyetten uzak bir şekilde güldüm. Tam olarak 'sen ne anlarsın dayıoğlu' gülmesiydi bu. "O kadar zor."

"Neden peki?" diye üstelediğinde etrafta gezdirdiğim bakışlarımı yüzüne çevirdim yorgunlukla. Güzel bir yüzü ve onunla orantılı olarak dağınık saçları vardı. 2019 sezonunda bu saçlara fön çektiğini hatırlıyordum ama doğal hâli çok daha güzeldi bence.

"Hangi birini söyleyeyim?" dedim kafamdaki düşünceleri bir çırpıda silip atarak. "İstifa ettim, evet ama şimdi gidip bir yerlere başvursam şak diye alınırım mı sanıyorsun? Nihat ben daha ofisten çıkmadan bağlantılarını devreye sokmuştur."

"Eee?" dedi Altay. Onun bu rahatlığı beni iyice sinirlendirirken "Ne eee?" dedim kaşlarımı çatarak. "Elimde mesleğimden başka tutunabileceğim hiçbir şeyim yokken işe girememe durumum söz konusu. Yeterince zor muymuş?"

asparagas | altay bayındırWhere stories live. Discover now