47. Oyun Arkadaşım

Începe de la început
                                    

Sonra ağaçlar! En az on boy zeytin ağacı vardı bu arsada. Bir o kadar da incir. Zeytinlerin kimisi meyve kimisi ise salt huzur verirdi. Ama incirler başkaydı. Her ağacın kolu başka bir şekle bürünmüştü. Bürünmüştü ki o dallarda çoluk çocuk sallanabilsin. Komşu mahallelerin çocukları şen şakrak gelirdi buraya, öyle ipten urgandan salıncaklarda değil, doğrudan incir dallarında sere serpe sallanırlardı. Kuvvetliydi incirler; eğilip bükülür ama asla kırılmaz, çocukların gönlünü de bedenlerini de incitmezdi.

Sonra kuşlar az mı severlerdi incir yemeyi? Kimisi doğa kucağı diye bilirdi ama aslında cennetten serpilme, sefası gani gönül bohçasıydı burası. Güneş kayboldu mu toprağın altından kirpiler çıkar; kediler tüylerini kirpilerin dikenlerinde kaşırdı. Sabah sütünü boşaltan inekler, evlerinden meralara çıkarken kuyruklarında karıncalar için ekmek kırıntısı taşırdı. Karıncalar tok ise o kırıntıları kuşlara bırakır; kuşlar ise uzak diyarlardan başka memleketlerin yemeklerini buraya getirirdi. Kast sistemi değil imece usulü vardı.

Sonra leylekler... Arsanın köşesinde duran elektrik direğinin tek vazifesi sokağı aydınlatmak değildi. O direk aynı zamanda göçebe kuşlar misafirhanesiydi. Senede bir kez leylekleri misafir eder; gelişleriyle gülleri açtıran göçebe kuşlar burada soluklanıp yazlık komşularıyla hasret giderirdi. Gelirken de gagaları asla boş olmazdı. Muhakkak bir armağanla gelirlerdi bu arsaya. Şu mis kokulu mor leylaklar onların hediyesiydi. Kokusuyla arıları mest eder, mahalleyi çiçek balıyla beslerdi. Leylaklar gelinciklerin arkadaşıydı, gelincikler ise papatyaların gönüldaşı, papatyalar deve dikenlerinin yareni, deve dikenleri arıların ahbabı. Kıymetli bir zincirin her halkası vardı bu arsada. Şimdi ne olacaktı bunca güzelliğe?

Bütün bunları düşünen Efendi hiddetlenerek "Ne inşaatıymış bu?" diye gürledi. "Memlekette başka yer mi kalmamış? Bula bula bizim huzurla yıkanmış sokağımızı mı bulmuşlar? Olmaz öyle şey!"

Onun hiddetine aldırış etmeyen Âşık, adama cevap da vermedi. Bunun üzerine Efendi "Mani olmalıyız," dedi. "Bugün pazar lakin yarından tezi yok gerekli bütün kurumlara müracaat etmeliyiz. Ben şimdi eve gidip bildiğim bütün kurum ve kuruluşlara dilekçe yazarım. Sonra internette yaymalıyız bu haberi. Birlik olmalı, bütün insanları örgütlemeliyiz. Mutlaka ama mutlaka engel olmalıyız bu inşaata. Şu ağaçlardan birinin kılına zarar gelmeden engel olmalıyız! Ozan, Ozan nerede? Ozan böyle bir şeye asla izin vermez."

Sırtını bahçe duvarına yaslayan Âşık sükunetle ve hatta büyülenmişçesine huşu içinde "Ağaçlara dokunmayacaklarmış," dedi.

Âşıkın sükunetinden nasibini alan Efendi sakinleştirdiği sesiyle "Sen nereden biliyorsun?" diye sordu.

"İnşaat sahibiyle konuştum," cevabını aldı. "Sonra şu uzakta görünenler var ya... Mühendislermiş. Ama öyle parayla çalışan mühendislerden değillermiş. Biri Leylek Gagasındaki Bohça Derneği başkanıymış. Diğeri de Sağlıklı Oyuncak Fabrikatörleri Federasyonu bir şeyiymiş. Ev yapacaklarmış buraya. Ama tek bir canlıya zarar vermemek için Hipokrat yemini etmişler."

Efendi önce dinledi ama Âşıkın son cümlesiyle "Hah!" diye çıkıştı. "Mühendisin Hipokrat yemini ettiği nerede görülmüş? Bal gibi yalan söylemişler sana. Hem zararsız inşaat nasıl olacakmış? Görülmüş şey mi hiç?"

Bu Âşık iyi çocuktu, hoş çocuktu ama biraz safçaydı. Onu kandırmak kolay olurdu, herkesi kendi gibi duygularını saklayamaz zannederdi. Oysa bugünlerde dürüstlük kuralıyla işlemiyordu dünya.

"Yalan söylemişler sana," dedi bu kez Efendi. Âşık ise "Bilmem," dercesine dudağını büktü.

"Sesleri güven verdi bana. Bak kaç saattir neyin hesabını yapıyorlarmış biliyor musun? Evin kolonları karınca yuvalarına denk gelmesin, aynı zamanda incir dallarında çocuklar rahat rahat sallanabilsin, evin duvarları manzaralarını kapatmasın diyeymiş bu hummalı çalışma. İnşaat sahibi bu konuda çok hassasmış."

Uyumadan Önce Tuttuğum DilekUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum