Ne küçüktüm, ne kadar salaktım. Bir kez daha bununla yüzleşmem gerekiyordu. Kurduğum planlar vardı ama ben bana sağlanan o küçük alanda dönüp duran bir zavallıydım, dışarıda kocaman bir dünya vardı ve o dünyayı da yöneten biri.

Benim küçük dünyamda, iyi olduğunu sandığım dostlarla beni eyleyen abim.

Yorganı biraz daha bastırdım kendime doğru. Kedinin fareyle oynadığı gibi benle oynamıştı. Belki de ona her haber geldiğinde içten içe gülmüş, bu mu bana meydan okudu diye hayıflanmıştı. Düştüğüm durum dudaklarıma dişlerimi geçirmeme neden oldu çünkü yapmasam acıyla inleyecektim.

"Aylin," diyen sesi bile zor ayırt etmiştim. Boşlukta sesler yankılanıyordu, benim zihnimdeki seslerde sanki bulduğu boşlukta yapabildiği kadar kendini kopyalıyor, devamlı tekrar ediyordu.

İsmime tepki vermeyecektim, üstümdeki yorgan sert olmayan bir hareketle çekildiğinde gözlerimi açıp karşımdaki çocuğa baktım. Günlerdir gördüğüm tek yüze. "On gün doğru düzgün bir şey yememek için çok uzun bir süre," Yatağın hemen yanına çektiği tekli koltuğu kolayca kendine doğru çekti ve oturdu. "Kendini böyle öldüremezsin."

Kendimi değil ama bu hissi öldürebilirdim. Bedenim aciz kalırsa zihnim susardı, hayatta kalmaktan başka hiçbir şey düşünmezdim ve bu his yankısını kaybederdi.

Onu öldürmem lazımdı çünkü bu bedende onunla birlikte yaşayamıyordum.

"Ne tavsiye edersin?" diye sordum pürüzlü sesimle. Onunla iletişim kurmayı reddeder tavrımdan sonra kurduğum cümleye şaşırmış, kollarını göğsünde bağlamıştı. Bir evin içinde birbirimizi görmeden geçirdiğimiz birkaç gün bile vardı, yalnızca gelip ilaçlarımı başucuma koyuyor ve gidiyordu.

Kutuyu sehpaya bırakırsa hepsini bir anda içeceğimi düşünüyordu herhalde.

"Alışmanı," dedi net bir sesle. Bakışları bir an bulanır gibi oldu ama hızla kafasını çevirmesi ile görüntü kesildi. "Söylemesi kolay," diye mırıldandım. Boğazım acıdığı için de birkaç kez öksürmüştüm.

Bu yorganın altında çürümem gerekse çürürdüm, dışarı çıkmak için hiçbir nedenim yoktu. Soru bile sormamıştım, tek bir cümle dahi dudaklarımdan dökülmek için benden çok fazla şey götürüyordu. Yalnızca yatmak istiyordum. Gözlerimi kapadığım her saniye uyku beni karanlığa çekiyordu, memnuniyetle teslim oluyordum ben de.

En azından orada her şey kapkaranlık ama güvenliydi, benim zihnim gerçek hayatla yarışabilecek kadar korkunç bir yer olamıyordu.

Yutkundum güçlükle, sanki uyanacakmışım ve gözlerimi yarı fiyatına tuttuğum dairede açacakmışım hissi geçmiyordu. Elimi saçlarıma geçirip sertçe kaşıdım, hala bir umudum vardı. Olmaması lazımdı, her şey o kadar gerçekti ki bir kurşun sol tarafımı delip geçmişti.

Umut yoktu, hiçbir zaman olmamıştı. Varlığına en çok inandığım anlarda dahi yoktu, sinsi bir düşman gibi beni vurmayı bekliyordu.

"Böyle devam edemezsin," Tuğrul mental sınırını aştığını gösterircesine devam etti. "Bir yola çıktık Aylin, geri dönüşün yok bu saatten sonra. Ya benimle yürüyeceksin ya da," Kaşlarımı kaldırdım. Devam edip etmemek konusunda kararsız kalmış görünse de konuştu. "Kendi mezarına yürürsün."

Fena fikir değildi.

"Umurumda değil," dedim yorganın altındaki bacaklarımı kendime doğru çekerken. Sırtım yatak başladığına yaslıydı, dağınık saçlarım görüş açımı kısıtlıyordu ama o da umurumda değildi. Kolumu kaldıracak enerjiyi bulsam devamı gelmiyordu, bilinçsizlik hali o kadar tatlıydı ki bedenimi ayakta tutma ihtiyacı hissetmiyordum.

DİP: ACININ KRALLIĞI Where stories live. Discover now