Kulaklığımı takarak yaptığım yürüyüşüm, nihayet görüş açıma kanal binasının girmesiyle son buldu. Kulaklığımı çıkarıp çantama attıktan sonra kartımı okutup binadan içeri girdim ve asansöre ilerledim. Yeterince sabah yürüyüşü yapmıştım, asansöre binmek hakkımdı artık.

Ama asansörde, sabahın bir körü ve güne yeni başlamışken bu şahsı görmek bana hak değildi gerçekten.

Yanıma gelip "Günaydın, Eylem." dediğinde sesi keyifliydi. Böyle de dengesizdi işte. Dün yediği onca lafa rağmen bugün hiçbir şey olmamış gibi, pişmiş kelle misali sırıtarak bunları söyleyebiliyordu bana.

Göz devirmemek için kendimle büyük bir savaşa girmişken "Günaydın, Kaan." diye bir şeyler geveledim ağzımın içinde. Hiç içten söylenen bir şey olmadığı buradan bile belliydi görüldüğü üzere.

Asansörün kapıları kapanırken içerde yalnızca ikimiz vardık ve bu durum hoşuma gitmemişti. İçinde Kaan'ın olduğu herhangi bir şeyin hoşuma gitme ihtimali 0'a yakındı zaten. Tam 0 dememe sebebim de ortak paydamız olan Fenerbahçe haberleriydi.

Neyse ki asansörün kapıları yeniden açılana kadar bir daha konuşmadı. Nihayet kapılar açılırken kendimi tabiri caizse dışarı atmış ve ofistekilere kısa bir günaydın çekmek isterken boş olduğunu fark edip hızla odama ilerlemiştim. Arkamdan "Eylem!" diyen Pelin'i duymazdan gelmek, kapıyı açtığım an gördüğüm sıfatla birleşince çok da mantıklı bir karar olmamıştı belli ki.

"Hadi canım..." dediğimde sesim neredeyse hiç çıkmamıştı. Bu kadar tesadüf fazla değil miydi artık?

"Günaydın, Eylem Hanım." dedi Altay, suratına yerleştirdiği tebessümle beraber.

"Misafirin var diyecektim..." diyerek yanıma gelen Pelin'i "Tamamdır ben ilgilenirim." diyerek anında geri yollamıştım ama muhtemelen hem onun hem de Kaan'ın kem gözleri üstümüzdeydi.

"Günaydın, Altay Bey." diyerek eşikte durmayı bırakıp içeri girdim ve kapıyı da arkamdan kapattım. Yavaşça masama geçip oturduğumda hâlâ burada olmasının verdiği o şaşkınlık vardı üzerimde. Daha sabah dünkü karşılaşmayı aşmaya çalışırken bir de buna takılacaktım şimdi.

"Kusura bakmayın, sabahın bu saatinde rahatsızlık verdim ama acil olmasa gelmezdim." dedi mahcup bir ifadeyle. İki gündür bir şeyler yüzünden mahcup olan bir Altay vardı karşımda.

"Estağfurullah ne kusuru, sizi dinliyorum."

Eli cebine gitti ve bir şey çıkardı. Hemen ardından masanın üzerine koyduğu gazeteci kimliğimle beraber zor kapattım ağzımı. Bu... Ne arıyordu Altay'da? Ne ara düşürmüştüm?

"Dün dükkândan çıkarken kimliğinizi düşürmüşsünüz." dedi ve parmaklarıyla bana doğru itti kimliğimi. "Hemen çıktım arkanızdan ama yetişemedim."

"Altay Bey ben nasıl teşekkür etsem bilmiyorum." derken masanın üzerinden almıştım kimliğimi. "Siz getirmeseniz farkında bile değildim."

"Olur öyle." dedi Altay, gülümserken. "İnsanlık hâli."

"Öyle, öyle." diye mırıldandım. "Ceketimin cebindeydi. Yani... Asarken falan düştü herhâlde. Tekrar çok teşekkür ederim." Ani gelen farkındalığımla beraber "Bu arada hiçbir şey ikram etmedim size. Çay, kahve, ne içersiniz?" diye sordum aceleyle.

"Yok." dedi Altay hemen. "Ben bir şey almayayım. Buradan direkt antrenmana geçeceğim ama öncesinde uğrayıp kimliğinizi vermek istedim kaybolmasın diye. Artık kalksam iyi olur."

O ayaklanırken ben de neredeyse fırlamıştım sandalyemden. "Böyle olmadı ama. Bari bir şeyler içseydiniz, teşekkür edemedim doğru düzgün."

"Ettiniz ya." dediğinde gülümsüyordu. "Gerçekten gerek yok. İçmiş kadar oldum."

asparagas | altay bayındırWhere stories live. Discover now