Alışılmış Bıkkınlık

12 0 0
                                    

Sıradan bir pazarın sıradan bir öğle vaktiydi. Her zamanki can sıkıcı kavgalardan birinin ardından yorgunca yatağına kıvrıldı. Bacaklarını karnına çekmiş ellerini yanaklarıyla yorganı arasına sıkıştırmıştı. Dışarıdan içeri taşan esintiyle içi titredi. Gözlerini kapadı, zihni aldı başını gitti. Hiç kimsenin onu tanımadığı, adının bilinmediği hayalî şehirlere uğradı. İçindeki ağırlıktan kurtulabileceği umuduyla gökyüzüne yükseldiğini hayal etti. Gözlerini daha da sıkı yumdu.

Uçuyorum, uzaklardayım, iyiyim. Uzaklardayım ve iyiyim. Uçuyorum ve yokmuşum gibi hissediyorum. Uçuyorum ve uçtukça yok oluyorum. İyiyim, yok oluyorum, Ve bum! ...yokum.

Birden gözlerini açtı. Sıkmaktan göz kapakları ağrımıştı. Uzandığı yerden sakince doğruldu, sırtını yatak başlığına dayadı. Yan tarafına, yatağın boş duran kısmına baktı. Gözlerini küçücük odada sakince gezdirdi. Paraya sıkışık bir zamanında çok ucuza bulduğu için aldığı ve her gün nefret ederek baktığı çiçekli avizeye uzun bir süre gözlerini dikti. Bıktım, dedi. Yıllardır içinde tutuyormuşçasına dışarı verdi nefesini. Ruhunun bir parçası da nefesiyle havaya karışmış gibi hissettirmişti bu hareket.

Bıktım. Var olmaktan yoruldum. Artık başımı omuzlarımın üzerinde taşıyamıyorum. Kalbimin anbean tükenişini hissetmekten bıktım. Bu yaşantıya ayak uydurmaya çalışmaktan bıktım. Elimden gelenlerle yetinemeyişimden ve hatta elimden gelmeyenlere yetemeyişimden bıktım.

Soluna döndü ve ayaklarını yataktan aşağı sarkıttı. Annesinden yâdigar kalan halının ayaklarının altında hissettiği yumuşaklığı saniyelik de olsa yuvasına döndüğünü hissettirmişti. O his geçtikten sonra gerçeklik geri geldi. Gözleri yanıyordu, boğazı taşlaşmış gibiydi. Saçlarının bile taşıyamayacağı kadar ağırlaştığını hissetti. Boğazındaki o düğüm bugünlerde orayı hiç terk etmiyordu. Korkakça yutkunmaya çalıştı. Avuç içlerini inceledi. Sağ eliyle sol elindeki yüzüğü okşadı. Yüzük, yıllar önce verdiği bir ahitti. Başka bir derin soluk daha odanın kaotik ve karamsar havasına karıştı.

Bitiş çizgisini hayal bile edemeyişimden, kaybettiğim tüm yarışları bir ömür sırtımda taşımak zorunda oluşumdan bıktım. Aşamadığım tüm dağlardan, bulamadığım tüm patikalardan, tüm yolculuklardan, hedeflerden bıktım. Balçıklarla kaplı bataklıklarda kimsenin haberi olmadan verdiğim tüm mücadelelerden, her bir çırpınışımdan, tek bir nefes için defalarca parçalanmak zorunda oluşumdan bıktım. Boğazıma kadar bıkkınlık içindeyim.

Oturduğu yataktan kalktı ve yağmur damlalarıyla ıslanmış tertemiz camdan ara sokağa baktı. Belli belirsiz çiseleyen yağmur onu daha iyi hissettirmemişti. Yaşlı bir kadın şemsiyesiyle omzundaki şala sıkı sıkı sarılarak sokağın başında göründü. Kendinin o kadın gibi yaşlanacağını düşünmek de onu iyi hissettirmedi.

Yağmur biraz daha şiddetlendiğinde bu sabah erken saatlerde balkona serdiği çamaşırlar aklına geldi. Neredeyse bilinçsiz bir telaşla kapıya yönelmişti ki durdu. Bu telaştan da bıkmıştı. Bu küçük şeylerin günlük hayatında önemli bir yer tutmasından bıkmıştı. Yemeğin altını yakmaktan korkmak, her sabah ve akşam ne pişireceğini düşünmek, 2 kişinin yaşadığı bu evi her gün süpürmek zorunda hissetmek... Toz almak mesela. Son 7 yıldır her gün yaptığı işlerden biriydi. O nefret ederdi toz almaktan, peki neden yıllarca yapmaya devam etti? Neden lavabo fayanslarını defalarca hırsla sürttü, yatak çarşaflarını her defasında ütüledi? Hayatında her şey o kadar alışılagelmişti ki şu an sorsalar 2 yıl sonra aynı gün aynı saatte ne yapıyor olduğunu bilebilirdi. Geçmeyen titremesiyle kollarını göğsünde birleştirdi. Belki bir ceket almalıydı üstüne. Alnını cama dayayıp gözlerini kapattı.

Boğazıma kadar tanıdıklık içindeyim. Tüm bu mutsuzluk ve çaresizlik öyle tanıdık ki. Bu kim bilir, boğazıma yapışan ellere kaçıncı boyun eğişim? Kaçıncı kez başa dönüp silbaştan bir kez daha yenilişim? Allah'ım söyle bana bu içini dolduramadığım kaçıncı hayal, dışına taştığım kaçıncı kabus? Söyle, yalvardığım kaçıncı tanrı ve duyuramadığım kaçıncı dua? Ben bıktım. Bıktım. Bıktım. Bu her seferinde heves ve gururla göklere çektiğim bayrağımın kaçıncı yarıya indirilişi?

Yanaklarına ulaşan sıcacık gözyaşlarının vücudunu ısıtmasını umdu. Gözlerini açtığında yağmurun daha da şiddetlendiğini, neredeyse bir fırtınaya döndüğünü gördü. Dış kapının açılma sesi duyuldu. Çok geçmedi kapı şiddetle kapandı. Çekip giden kişinin hiddetini anlatmaya yetecek bir gürültüydü.

Ayaklarını sürüyerek mutfağa gitti. Üzerinden pek de vakit geçmemiş olan kavganın ağırlığı henüz ortamdan dağılmamıştı. Mutfak masasında el sürmeye vakit bulamadığı ama hazırlaması saatlerini alan o kahvaltıya baktı. Birbirlerinden olabilecek en uzak noktalara konulmuş 2 çay bardağının ikisi de ağzına kadar doluydu ama artık tüten dumanları yoktu. Belli ki soğumuşlardı. Eski tadı kalmamıştı artık o bardaklardaki çayların.

Bir süre önce hırsla kalktığı sandalyeye omuzlarını taşıyamazcasına çöktü. Hala ılık olan böreklerden birini tabağına aldı. Yılgınca aldığı ısırıkla yüzünü buruşturdu. Dereotlu börek. Hiç sevmezdi ki dereotunu. Kendi sevdiği yemekleri pişirmeyi ne zaman bırakmıştı hatırlamaya çalıştı. Hafızası sis altında kalmıştı, bu sabahtan öncesini göremiyordu. Ağzına bir parça salatalık atıp masadan kalktı. İki çay bardağını da birer eline aldı ve düşünmeden içlerini lavaboya boşalttı. Çayın ardında bıraktığı kızıllığa gözleri takıldı. Kırmızıyı severdi. En sevdiği ton kan kırmızıydı. Damarlarında dolanan kırmızı. Sonrasında saçma geleceğini bilse de o kırmızılığın yıllardır hapsolduğu damarlardan kurtulup özgürce kollarından aktığını hayal etti. Hatta zihni bir anlığına yanıldı ve çok gerçek hissetti. Öyle ki kan kokusu aldığına yemin edebilirdi. Sonunda akıl sağlığımı kaybetmeye başlıyorum sanırım, diye düşündü. Görüşünü netleştirmek için birkaç kez hızlıca gözlerini kırpıp elindeki bardakları bulaşık makinesine yerleştirdi. Bu kez daha seri adımlarla yatak odasına geri döndü. Fırtına bitmiş olmalıydı çünkü yağmurun sesi dinmişti. Gözleri yerdeki halıya takıldı. Her yer yine toz içinde kalmıştı. Koşar adımlarla koridordaki elektrikli süpürgeyi odaya getirdi.

İşte bu kadar. Kan kırmızı olması gerektiği yerde, ben olmam gereken yerdeyim. İkimiz de olmaya alıştığımız yerlerdeyiz. 2 yıl öncesinde bile olacağımı bildiğim ve 2 yıl sonra da olacağımdan emin olduğum yerdeyim. Mutluyum ve halimden memnunum.

Koca bir gülümseme yerleşti dudaklarına. Gözlerine ulaşmayan, çıldırmış bir insana ait bir gülüştü bu. Elektrikli süpürgenin gürültüsü düşüncelerini bastırır oldu. Süpürgeyi halıya her sürtüşünde rahatladığını hissetti. Burayı süpürdükten sonra balkonda ıslanan çamaşırları tekrar yıkamaya karar verdi. Bu sefer içerideki kurutmalığa sermeliydi ama. Mutfağı da toparlaması, temizlemesi gerekiyordu. Ah sahi mutfak demişken, akşama ne pişirseydi acaba?




BıkkınlıkWhere stories live. Discover now