7. Bölüm - Hah Hah Hah!

Start from the beginning
                                    

Ayata "İleride gidecek bir yer kalmıyor, baloncuk durmazsa artık takip edemeyeceğiz." dedi sıkıntılı bir ifadeyle.

Barlas bu fırsatı kaçırmadı tabi ki, "Siz el bebek gül bebekler için zor tabi, ben böyle uçurumları yarı uyanık geçerim! Hah hah hah!"

Diğer ikisi ona göz devirip yürümeye devam edince o da konuşmaya devam etti, "Siz Kara Orman'ın Barlas'ını görmezden mi geliyorsunuz? Neyse ben de olsam beni kıskanırdım tabi! Hah hah hah!"

Alaca ve Ayata onun tonu bile değişmeyen kahkahasından bıkmışçasına iç çekip tam söyleneceklerdi ki; bir anda damlacık durdu, üçü de dikkat kesilip ciddileşti. Damlacık uçurumun sonunda, orada olması bile garip olan bir meşe fidanının üstünde dönüyordu, sonra da kayboldu. Şaşkınlıkla bir süre sessiz kaldılar, önlerinde sıradan bir fidandan başka bir şey yoktu!

Hatta Barlas yine aşırıya kaçıp onun içinde biri mi var diye baltasıyla saldırmaya kalkmış, Ayata'nın ısrarlarıyla bundan zor vazgeçmişti. "Bütün gün durmadan yürüdüğümüz yetmedi bir de bu deliyle uğraşıyorum be!" diye kendisiyle alay edilince de, kızarıp bozarmıştı tabi.

"Bana ha!" diye Ayata'ya diklenmeye kalkıştığı anda, Alaca'nın eli fidana değdi. O anda bütün dağ öylesine sallandı ki, Ayata ve Barlas birbirlerine doğru düşüp kafa kafaya çarpıştılar. Barlas "Ulan bu iki oldu!" diye sitem ederken Ayata da ona laf yetiştirmeye devam etti, Alaca ise korkup kendini geri atmış, yere çömelmişti. Diğerleri bunu görünce onun yanına yönelmek için hareket edeceklerdi ki, altlarındaki toprak bir anda tuzla buz oldu! Bu bir çukur geçitiydi, üçü de birlikte zifiri bir zemine, dağın içine doğru kayıyorlardı. Barlas ve Ayata, Alaca'yı ortalarında tutup korumaya aldılar, hepsi korkuyla ne olduğunu anlamaya çalışıyor, bir yandan da taşlara çarparak küçük sıyrıklar alıyorlardı.

Sonunda zifiriliğin yerini loş bir ışık aldı, geçitin ucuna gelmişlerdi! Zemine çarpacak olmalarının vereceği korkuyla gözlerini kapadılar ama neyse ki iniş hızlarının aksine düştükleri yerin çamurla kaplı olması canlarının yanmasını önlemişti. Hepsi yavaşça gözlerini aradılar, diğer ikisi karşılarındaki manzaraya hayretle bakarken, Barlas'ın dediği ilk şey tabi ki "Hah hah hah! Ayata çamura bulanınca aynı domuza benzedi!" oldu. Ayata ve Alaca yine ona göz devirdi... Bir kısa çekişmeden sonra yavaş yavaş ayaklandılar.

Karşılarında adeta dağın içine gizlenmiş bir yeryüzü uçmağı vardı! Özenle dizilmiş meşaleler, mücevherlerle işlenmiş lahitler, canlansa şaşılmayacak ustalıktaki balballar ve tüm bunların merkezindeki rengi güneşe çalan dev sandık... Ayata ve Barlas içinde ne olduğuyla alakalı tahminleri üzerine çekişirken, Alaca sanki ne yapacağını biliyormuşçasına sandığa doğru hareket etmeye başladı. Sandık, üçgen bir alan oluşturan üç balbalın tam ortasındaydı, küçük kızın balbalların arasından adımını atmasıyla müthiş bir gürültü koptu!

Pat!

Etraflarına bakındılar ancak her şey yerli yerindeydi, bu ses dışarıdan gelmişti. Bir süre sonra bu gürültü kısa aralıklarla tekrar ve tekrar gelmeye başladı, sanki binlerce savaşçı aynı anda adım atıyordu!

Pat! Pat! Pat!

Alaca ürktükten sonra daha demin ki bilmiş halinden eser kalmamıştı, bir yandan ağlıyor bir yandan sesin ne taraftan geldiğini anlamaya çalışıyordu. Barlas ve Ayata onu korumak için etrafında bekliyor, her an savaşmaya hazır bir şekilde sağa sola bakınıyorlardı. O anda hemen karşılarındaki taşlar birbirlerine sürte sürte korkunç bir sesle açılmaya başladı! Kapı açıldıkça dağın hemen önüne yığılmış binlerce savaşçının bağrışları tüm mağarada yankılandı.

Ayata Alaca'yı hemen bir lahitin arkasına götürüp güvenliğini sağlama aldı, "Alaca, bize ne olursa olsun sakın buradan çıkma, yapabilirsen sadece sandığı açmanın bir yolunu bul!" diyip saçını okşadı küçük kızın, sonra da geri döndü.

Barlas'sa her ne kadar kendine güvense de elindeki baltanın titreyişi, içindeki korkuya şahitlik ediyordu. Kapana kısılmışlardı... Ayata da hemen yanına geldi, karşılarındaki ordu ihtişamla adeta gövde gösterisi yapıyordu. İkili birbirlerine baktı, ikisi de bunun altından kalkamayacaklarını çok iyi biliyordu... Yine de onurlu ruhları, savaşmadan pes etmelerine izin vermeyecek kadar ketumdu! Barlas baltasına iki elle sarıldı, Ayata'da kar beyazı kılıcını kınından çekip kabzasını sıkıca kavradı.

"Korkuyorsan eğer Alaca'nın yanına gidebilirsin, hah hah hah!" diyerek güldü Barlas.

Ayata ona baktı, tebessüm etti... Bu sefer o da bu kahkahaya "Hah hah hah!" diye gülerek karşılık verdi.

İşte bu an; onların dostluğundaki ilk kıvılcım, ilk filizdi... Savaşçıların mağaraya girmesi an meselesiyken, artık onlar koca bir orduyu gözlerindeki mutlak cesaretle karşılıyordu!

Devam edecek... 🐾

Merhaba, kitabımız kaldığı yerden devam ediyor. Bazı okurlarımızın da isteği üzerine bu bölümü kısa tuttuk.😌

Keyifli okumalarr...

Düşüncelerinizi, önerilerinizi ve eleştirilerinizi yorum atarak paylaşırsanız ve oylayarak desteklerseniz çok mutlu olurum.✨🌙

Ayata: Dokuz UlusWhere stories live. Discover now