2.Bölüm - Kaderin Yazgısı

358 26 43
                                    

"UZUN BÖLÜM UYARISI ^^"

1. KISIM

Ayata saatlerdir buz gibi toprağın üstünde yatıyordu, vücudu yaşadığı acıyla perçinlenen yorgunluğa yenik düşmüştü. Gözlerini açtığında gökyüzü siyah çarşaflara bürünmüş fakat o bile yas tutarcasına yıldızlardan yoksun kalmıştı. Hemen sol tarafına bakıp yaşadıklarının gerçek olmama ihtimaline tutundu ancak Umay'ın cansız bakışları, soluk yüzü, teninde pıhtılaşmış kan izleri tüm çıplaklığıyla gerçeğe arka çıkıyordu. Yavaşça doğruldu, bilinci yerinde değilken bile o kadar çok ağlamıştı ki, göz altlarındaki kırmızılığa çenesine kadar uzanan gözyaşı kadavraları eşlik ediyordu. Ne bağırmaya, ne isyan etmeye, ne de Umay'ın ölü bedenine sarılıp ısınmaya takati yoktu ancak annesinin cesedini vahşi hayvanlara da yem etmeyecekti. Ciğerlerine kadar vuran acıyı göz ardı edip ayağa kalkmayı başardı... Önce annesinin vücudundan beyaz beneklerle bezenmiş mavimtırak harmaniyi çekip aldı ve düne kadar okşamaya bile kıyamadığı başını yavaşça içine yerleştirip bir yerini incitmekten korkarcasına özenle etrafını sardı, daha sonra bedenini de dikkatlice kaldırıp sağ omzuna yerleştirdi ve kulübeye doğru yola çıktı.

Ayata'yı ve annesinin cesedini görenler dehşet içinde fısıldaşmaya başlıyor, onları acıyan gözlerle süzüyorlardı. Ayata insanların varlığını bile unutmuştu, onun gerçeği annesinin öldüğüydü, daha da gerçeği annesinin öldürüldüğüydü. Sonunda kulübenin yanındaki asırlık kayın ağacına vardı, Umay'ın bedenini yavaşça yere bıraktı, harmaninin içine koyduğu başını da vücudunun üst kısmına yerleştirdi. Bu ağacın altında annesi ona halk hikayeleri, destanlar anlatır, sarılarak birlikte güneşin batışını izlerlerdi... Şimdiyse ağacın yaprakları bile rüzgarı sıyırarak ağlıyor, koca kayın sessizce Umay'ı gölgesinde saklıyordu. Ayata kulübenin önündeki yüklükten kazma ve küreği alıp hızlı ancak düzensiz vuruşlarla annesinin mezarını hazırladı, bir an önce onu toprağa vermek istiyordu çünkü gözlerinin gördüklerini ne kalbi ne de zihni kaldırabiliyordu. Atılan son toprakla Umay'ın bedeni tamamen örtülmüştü, artık uykusu sonsuzdu, Ayata bir süre oradan ayrılamadı... Ondan alınan sadece annesi değil; her sabah duyduğu ses, her sabah gördüğü manzara, saçını okşayan pamuktan eller, her korktuğunda yüreğine su serpen güvendi, ondan alınan sahip olduğu her şeydi...

Artık gece yarısı olmuş hava iyice soğumuştu, Ayata annesinin uçmağda (cennette) olması için Göktanrı'ya alkışlar (dualar) ettikten sonra ağır adımlarla kulübeye yöneldi, o eski kapı gıcırtısı bile şimdi ağıt gibi geliyordu. İçeriye girdiğinde tek düşündüğü şey yaşadıklarından kaçarcasına uyumaktı ancak gözüne başka bir şey çarptı, daha önce hiç dikkatini çekmeyen çürük bir tahta eşik kaldırılmıştı ve boşluğunda bir şeyler vardı. Daha net görebilmek için yaklaştığında üstüne sonsuzluğu andıran sarmal bir tamganın işlendiği siyah bir kaftan, kırmızı bir kol bandı ve içerisinde bir miktar dirhem bulunan deri bir yançık (kese) olduğunu fark etti. Annesinin kötü günler için biriktirdiği dirhemler olmalıydı bunlar ancak yine de bu kadarıyla bir hafta ya geçinir ya geçinemezdi. Peki diğerleri neydi? Önce kılıç, şimdi de bu kaftan ve kol bandı... Bunların hepsi ne anlama geliyordu? Ayata düşüncelerinin altında eziliyordu, daha fazla düşünmeden keçeden çantasına bulduklarını yerleştirdi ve yatağa uzandı, her sabah annesinin sesiyle uyandığı o yumuşacık yatak şimdi bir kayadan halliceydi.

Saatler geçiyordu, yine de Ayata yorgunluktan titreyen vücuduna rağmen uykuya dalamıyordu. Sabahları görmeye alıştığı delik deşik tavanın bile ruhunu ezdiğini, kulübedeki tüm eşyaların Umay'ın izlerini gururla taşıdığını hissediyordu. Artık kendi evinin yabancısıydı, sonuçta bir evi ev yapan içindeki insanların kurduğu bağdı. Daha fazla burada kalamayacağını anlamıştı, yavaştan gün de ağarıyordu zaten. Zorla hareket ettirdiği vücuduna söz geçirmeye çalışarak kulübeden çıktı ve kapıyı kapatmadan önce içeri bakıp derin bir nefes aldı, bu on beş yıldır içine işleyen kulübeye veda ediş şekliydi. Artık Astana'nın merkezine gitmekten başka çaresi yoktu, bir şekilde ayakta kalmalı, yaşamaya devam etmeliydi, en azından annesinin intikamını alana kadar kalbi atmayı bırakmamalıydı.

Ayata: Dokuz UlusWhere stories live. Discover now