[7] Geride Kalanlar

Start from the beginning
                                    

Yanağına yumuşak bir öpücük kondurup:

–Emeğine sağlık, bir tanem.

dedi. Ivy sessizce başını salladı.

Yemek, Coleman'ın bitmek bilmeyen konuşmaları dışında sessiz geçti. Ivy yalnızca başını sallıyordu cevap olarak. Morali ne kadar bozuk olsa da kocasını dinlemekten alıkoyamıyordu kendini. Biraz olsun teselli ediciydi.

Ivy sakince iki elini masaya koydu, oturuşunu dikleştirdi. İlk tanıştıkları gibi soğuk, karşısındakini aşağılıyormuş gibi hissettiren tavrına dönmüştü neredeyse. Coleman, onun bu halini görür görmez sesini kesti.

–O da bana dedi ki-

...

O da oturuşunu düzeltti ciddi ortamın etkisine kapılınca.

–Bir... sorunun mu var, Ivy? Seni kıracak bir şey mi yaptım? Çok konuştum herhalde, özür dilerim sesimi kese-

–Sakin ol, seninle ciddi bir konuyu konuşmam gerek yalnızca.

–Peki... tamam.

Ivy lafı uzatmadan telefonunu çıkardı, amcasının ölümünün haberini açtı. Telefonu masadan kocasına kaydırdı. Coleman, meraklı gözleriyle telefonu aldı, haberi okumaya başladı.

–Ah, tanrım!

Telefonu indirdi.

–Alçak herif... çok üzgünüm Ivy, böyle olmasını gerçekten is-

–Konuşmak istediğim konu amcamın ölümünün trajedisi değil, Coleman.

Anlaşılan Ivy, Coleman'ın konuşmasını değil sadece dinlemesini istiyordu bu sefer. Bunu rahatlıkla anlayabilmişti karşısındaki.

–Bak, aynı şeyin annemin de başına gelmesini istemiyorum.

Coleman başını salladı.

–Onun yalnız ölmesine izin veremem. Bunun ne anlama geldiğini anlayacağını umuyorum.

Kısa bir sessizlikten sonra Coleman konuştu:

–...Şangay'a elbette gidebilirsin.

–Senden izin almıyordum.

–Biliyorum... biliyorum... beni gidişin hakkında bilgilendirmek istiyorsun.

–Aslına bakarsan, hayır.

Tek kaşını kaldırdı bunu duyunca. Ivy masadaki ellerini kendine yaklaştırarak devam etti:

–Şangay'a taşınmak istiy-

–Sen aklını mı kaçırdın Ivy?! Kesinlikle olmaz! Bak, oraya istersen tek başına git. Orada ne kadar kalırsan kal seni burada beklerim. Ama ben asla o şehre bir daha ayak basmayacağım.

Başını iki yana salladı.

Asla.

Kocasının ani çıkışlarını nadiren görürdü. Buna alışık değildi pek. Biraz şaşırmış olsa da bunu dışa yansıtmamaya çalışarak konuşmaya devam etti:

–Anlamıyorsun Coleman, sen benim yokluğuma dayanabilirsin belki. Ama ben ne olacağım? Hm?

Coleman tam ağzını açacakken Ivy, susmasını işaret etti elini kaldırarak.

–Bak, seni anlıyorum. Şangay'dan ölesiye nefret ediyorsun... fakat ya senin geride bıraktıkların? Beni geçtim, sen ne olacaksın? Bir kardeşin var ve en son onu yüz yüze görebildiğin zamanı bile hatırlayamıyorsun. Arkadaşların var, nasıl göründüklerini yavaş yavaş unutuyorsun.

Derin bir iç çekti konuşmaya devam etmeden:

–Pekin'de geçirdiğin zaman, Şangay'la karşılaştırılırsa bir hiç. Bunu sen de biliyorsun. Hayatının en büyük izlerini orada bıraktın, bunun farkındasın. Neden onlardan kaçmak yerine barışmaya çalışmıyorsun? Neden bu kadar korkaksın?

–Ivy, ben...

–Bu sefer sen beni dinle, sevgili eşim. Benimle aynı kandan olan yalnızca bir kişi kaldı, o da senin tüm varlığınla nefret ettiğin o şehirde. Onun yanında olmak istiyorum ve bu sırada senin de özlemini çekmek istemiyorum.

Gözleri dolmuş, sesi belli belirsiz olsa da titrek bir hale gelmişti. Bunları söylerken bir eli masadaydı fakat yavaşça ayağa kalkmıştı.

Coleman'ın ne düşünmesi gerektiğini bilmeyen ifadesine son bir kez daha bakarak yatak odalarına yöneldi.

O gece yanına gelmedi Coleman. Muhtemelen koltukta uyumuştu tek başına. Ivy'e yatışması için biraz mühlet tanımak istiyordu. Sonra bu konuyu daha rahat konuşabilirlerdi.

Kararını çoktan verdiğini kendine itiraf etmek istemiyordu Coleman. Yıllardır savunduğu fikrini bu kadar kolay değiştirmesini kendine yediremiyordu.

İki hafta sonra, evleri taşınma telaşıyla dolmuştu.

Soluk Menekşe [Ggo Futbol]Where stories live. Discover now